YAMA ve NİYAMA
Yama ve Niyama' ya ait prensipler Darshana Upenishat' da, Gandharva Tantra' da Agni Purana' da Yoga Sutra’ da ve Hatha Yoga Pradipika’ da açıklanmıştır.
Yoga yolunda ilerlemeye başlamadan önce bilmemiz ve özümsememiz gereken kavramlar ve kurallar hakkında bilgilenmemiz, yaşantımızdaki negatifler olarak adlandırabileceğimiz, istenmeyen düşüncelerden kurtulmamıza, dengeli bir ruh haline ulaşmamıza, bizi rahatsız edecek, baskı altında tutacak duygulardan sıyrılmamıza, bu yolda ilerlerken önümüze çıkabilecek sert engelleri yumuşatmaya yardımcı olacağı için önemlidir.
İçsel yapımıza, duygu, düşünce ve davranışlarımızın çok küçük bir bölümüne dahi ben duygumuzu yenerek, tarafsız gözlerle bakabilmeyi gerçekleştirdiğimizde yaşantımızdaki negatifleri kolaylıkla bulup, onları orada yakalayabilmemiz mümkün olabilir. Negatif duygu, düşünce ve eylemler, ya da bir anlamda yaşantımızdaki negatiflerle karşılaşan vicdanımızın sesi, zihinsel dalgalanmalara, streslere, içsel dengemizdeki bozukluklara, daha da ileriye giderek yaşam enerjimizin dengesinin bozulmasına ve kaybına sebep olacaktır. Tüm bunlar yanında, Yoga yolunda ilerlememizin, dünyasal ve Spritüel yaşantımızdan tat almamızın, ruh ve beden sağlığımızı korumamızın önünde de engeller meydana getirecektir.
Yama ve Niyama olarak adlandırılan kuralların kabul edilmesi, bunların özümlenmesi, tüm yaşantımıza ve düşünce şeklimize yansıtılması, yaşantımızdaki düzen ve ruhsal sükûnetin sağlaması yanında, Yoga yolundaki çalışmalarda da yol gösterici önemli meziyetler kazanmamıza olanak tanımaktadır.
Benim düşünceme göre de, bu iki kavramın açılımlarının Yoga’ yı uygulayanlar tarafından, hatta tüm insanlar tarafından kabul görmesi, özümsenmesi ve tüm yaşama yayılması gerekir. Belki de o zaman yeryüzündeki bu karmaşa bir nebze olsun son bulacak, çıkarımcı düşünceler yüzünden perişan olan, eziyet çeken, açlıkla savaşan insanlar huzura ve dinginliğe kavuşacak, yaşadığımız dünyanın tahribatı biraz olsun önlenebilecek bizden sonra gelecek olanlara da daha sıkıntısız hayat hakkı tanınabilecektir. Farkına vararak, ya da varmayarak dünyanın dengesini bozmak için yaptığımız her çaba, bizlerin yaşam alanını biraz daha daraltmakta, yaşam kalitemizi düşürmekte, bizler kadar tüm canlıları da sıkıntıya sürüklemekte onların hayat haklarına müdahale etmekte ve bizler bunu umursamaz tavırlarla hala devam ettirmekteyiz.
Bunu çok bilindik bir deyimle " Bindiğimiz dalı kesmek " olarak tarif edebilir miyiz?
Dal kesilip yere düşerek bir yerimizi kırdığımızda, bizden sonrakilere kesilecek dal bile bırakmadığımızda aklımız başımıza gelir mi dersiniz? ...
Şimdi burada Yama ve Niyama kavramlarına açıklık getirmeye çalışalım.
Y A M A K A V R A M I
Patanjali tarafından yazılmış olduğu kabul edilen Yoga-Sutra' da ve Svatmara’ nın yazdığı Hatha Yoga Pradipika’ da Yoga yolu Ashtanga olarak adlandırılmıştır. Bu adlandırmada, Ashta " sekiz " , Anga " yol, basamak " anlamına gelmektedir. Patanjali adlandırmasına uygun olarak sekiz basamaklı Yoga yolunu sayarken ilk iki sıraya Yama ve Niyama olarak adlandırdığı basamakları ( etik disiplinleri ) koymuştur.
Yoga’ nın adım adım ilerlenmesi gereken bir yol olduğu düşünüldüğünde, ilk sırada yer alan basamağında Yama olduğu görüldüğünde bu ilk basamağı geçmeden, Yama' da ortaya konulmuş kurallara uymadan bu yolda ilerlenilemeyeceği, belirli bir çaba sarf edilse bile istenilen başarıya ulaşılamayacağı anlaşılır.
Kelime anlamına baktığımızda Yama' nın “hâkim olmak, kontrol etmek” anlamına geldiğini görürüz.
Yoga düşünce sistemi içinde Yama, yaşamımızdaki istenmeyen, bizi mutsuzluğa sürükleyen, Yoga yolunda ilerlememize engel olan negatiflerden kurtulmak için uyulması gereken beş önemli kuralı açıklığa kavuşturur.
Yama kuralları evrensel düşüncelerdir, uyulması gereken evrensel kurallardır. Bu kurallara ters düşen düşünceler ve eylemler içine girildiğinde, onlardan kaçınmak, yeniden kuralların içine dönmek gerekir.
Yama ve Niyama adı altında ortaya konulan kavramlara baktığımızda, bunların ya da buna benzer kavramların her toplumun inanç ve ahlaki düşünce sisteminde yer aldığını görürüz. Diğer düşünce sistemlerinde doğruların yapılmasının ödüllendirildiği, yanlışların yapılmasının ise cezayı gerektirdiği gözden kaçmaz. Yoga' nın düşünce
sisteminde ise ödüle ya da cezaya yer verilmemiştir. Dharma, yani öğreti, yapılması istenmeyen şeylerin yanlış olduklarının bilindiği için yapılmaması gerektiğini söyler. Ona göre önemli olan kişinin ceza korkusu ya da ödül beklentisi olmadan yanlış ile yanlış olmayanın ayırımını yapabilecek bilince erişmesidir.
Yoga yolunda karşılaşılan Samsara, Nirvana, Samadhi gibi kavramlar açıldığında buların ödül ya da ceza olarak algılanamayacağı anlaşılır. Kısaca bunları tanımlamaya çalışırsak şöyle diyebiliriz.
Samsara, mistik düşüncede kişinin kendi benliğini olgunlaştırabilmesi için Karma' nın döngüsüne kapılıp bu dünyada yeniden hayat bulmasıdır.
Nirvana, durgun bir su gibi, ruhsal karmaşadan uzak, huzur içinde yaşamak için varılacak noktadır. Ben duygusuna ve arzulara boyun eğmeye neden olan, Avidya olarak adlandırılan cehaletten kurtulmuş olmanın mutluluğudur.
Samadhi, mutlak olana, ruhsal üstün şuura erişmenin tarifidir. Düşüncenin hiçbir biçimine, nesnenin hiçbir şekline, geçici olan hiçbir şeye bağımlı olmamayı anlatır.
Yama olarak adlandırılan prensiplere baktığımızda, bunların beş başlık altında toplandığını görürüz.
1 ::: Ahimsa
2 ::: Satya
3 ::: Asteya
4 ::: Brahmacharya
5 ::: Aparigraha
A H İ M S A
Günümüzde bu kavram dar bir kalıp içine sıkıştırılarak öldürmemek olarak algılanmaktadır. Oysa Yoga' nın düşünce sisteminde her ne şekilde olursa olsun, kendimiz dâhil, hiçbir şeye zarar vermemek, her ne şekilde olursa olsun şiddet uygulamamak olarak yorumlanabilir, hatta karşımızdakinin ( bu ne olursa olsun ) zarar görmesine neden olacak olan olayların başlatıcısı olmak bile bu düşünce sistemine ters düşer olarak yorumlanır. Geniş anlamı ile zarar vermemek, tüm duygu ve düşüncelerimizde geliştirilerek bunun yaşantımıza yayılması Ahimsa felsefesinin genel kuralıdır.
Ahimsa felsefesinin kurallarına uymuyor olunması kötü Karma' larla bilinçaltının yüklenmesine, hatta bu Karma' larla oluşmuş karakter yapısının bir diğer yaşama taşınmasına, ya da öz varlığın sıfır noktasında sıkışmasına neden olacak, negatif enerjilerin ortaya çıkma sebebi olabilecektir. Paranjali, Yoga Sutra' da ( Kitap, 2 - 35 ) bu konuda şöyle demektedir.
" Yoga yapan kişinin yaşamı zarar vermeme üzerine kurulmuş ise tüm kötülükler onun bulunduğu yeri terk edecektir. "
Tüm yaşantısında olduğu gibi zarar vermeyi, kötü düşünmeyi, şiddet uygulamayı düşünmeyen, hatta bundan söz etmeyen bir zihin daha sakin olacak, daha kolay dengeye kavuşacak, daha sağlıklı kararlar alabilecek, bunlara bağlı olarak da Yoga yolunda daha emin adımlarla ilerleyerek özlenen sakinliğe, doğal yapımız olarak kabul edilen mutluluğa daha kolay ulaşabilecektir.
Ahimsa felsefesini kabul ederek uygulayabilmek, onu özümseyebilmek için bu kavrama biraz daha açıklık getirmek gerekir. Ahimsa felsefesinin net olarak anlaşılması için önce Himsa olarak adlandırılan, bu kavramın oluşmasında rol alan karşıt faktörler bilinmelidir. Himsa, Ahimsa kavramının tersini ifade eder ve zarar vermek anlamını taşır. Özellikle insanın kendisine zarar vermesini inceler, kendisine zarar veren insan dolaylı olarak çevresine de zarar verecektir.
Ahimsa' ya göre bunlar, ( Himsa' yı oluşturanlar ) yaşantımızın içinde bulunarak ayıklanmalıdır.
Himsa' yı meydana getiren etkenler üç başlık altında toplanır. Bunlar Asmita, Raga ve Devesha' dır.
Bu etkenler arasında ilk sırayı kişinin kendisini tasdik etmesi, olarak yorumlanabilen Asmita alır.
Kişinin kendisini tasdik etmesi, egosuna yenik düşmesi ile gerçekleşir. Ben ve ben bilirim duygusu ağır basar, kişi kendisini, kendi doğrularına inandırır, bunları diğer kişilere de kabul ettirebilmek için uğraşır. Kendi doğrularının yanlış olabileceğinin, ya da karşısındakilerin psişik yapıları ve onur duyguları ile çakışabileceğinin farkına bile varmaz. Onun için kendisi en doğrucu, en akıllı, en haklı, en güzel, en bilendir. Kısacası kendisi, enlerin en güzellerini bünyesinde toplayandır.
Bu duygularda ısrar kişiyi yaşantısında rol alan ya da almayan, kendi dışında kalan herkesle çatışmalar içine sokar. Sürekli kendisini savunma durumunda olmasına, planlar yapmasına neden olur. Bu gerginlik zamanla psikolojik yapısını bozar, düşünme kabiliyetini ve karar verme duygusunun sağduyu ile tarafsızlık içinde yapılmasını köreltir, sürekli yanlış kararlar almasına sebep olur. Her yanlış kararda da farkına varmadan önce kendisine sonrada çevresine büyük zararlar verir.
Öne çıkarılan ben duyguları kişinin bireysel, ailesel ve toplumsal olarak baskı altına girmesinin, hatta çevresi tarafından dışlanmasının nedenidir. Sonunda kişi iki şık ile karşı karşıya kalır ya içine kapanacak, kimse beni anlamıyor duygu ve düşüncesine kapılacak, ya da içinde bulunduğu duruma isyan edecek kendisi ile çatışanlara nefret duyacaktır. Her iki halde de ortaya çıkan tutumu ile gittikçe kısır bir döngünün içine düşerek dibe batar ve bunun farkına bile varmaz.
Oysa kişi karşısındakinin duygu ve düşüncelerini de toleransla karşılamayı bilmelidir. Bu onu da, çevresini de bilinçli bir denge içine sokacaktır.
Himsa' yı meydana getiren etkenlerden bir diğeri Raga olarak adlandırılan bağımlılıktır. Gözümüze güzel görünen, duyularımızı ve duygularımızı memnun eden bizi geçici olarak da olsa mutlu ettiğini sandığımız her şey kolaylıkla alışkanlık meydana getirebilir. Paraya bağımlılık, zevk ve sefaya bağımlılık, yaşama bağımlılık, kişinin kendi bedenine olan bağımlılığı gibi başlıklar altında toplayarak bunu tüm yaşantımıza yayabilmemiz mümkündür. İşin daha ilginç yanı, bizler alışkanlık ya da bağımlılık yapan her şeyi kaybetmekten korkarız, bu korku tüm yaşantımızı farkına varsak da, varmasak da derinden etkiler. Bu bağımlılık ve arzular benliğimiz, sahiplenme duygumuz ve egomuzun tatmini ile Maya olarak adlandırılan dünyasal duyumlarımız arasında bir çekim kuvveti yaratır ve koparılması zor olan bağların oluşmasına neden olur. En büyük yanlış da hoşumuza giden şeylerin kalıcı olabileceğine kendimizi inandırmamız, Maya’ nın büyüsüne kapılarak dünyasal nimetlerden sonuna kadar istifade etmenin olması, gereken olduğunu düşünmemizdir.
Örneğin yaşımız ilerledikçe olgunlaştığımızı, bilgi birikimine sahip olduğumuzu düşünmek yerine, fiziksel bedenimizin sağlık sorunları yaratmasa da, deforme olduğunu, eski görüntümüzü kaybetmeye başladığımızı kendimize dert ederiz, bunu önlemenin çabası ve arayışı içine gireriz. Bu hem bizi, hem de çevremizi yorgunluğa sürükler.
Kalıcılığı olmayan şeylere bağımlı olmak onları bir noktada kaybetmek demektir. Kabullenmek istemediğimiz, hazırlıklı olmadığımız şeyde bu kaybetme duygusunu yaşamaktır. Ses sanatçısının sesini kaybetme korkusu, zenginin parasını kaybetme korkusu, kişinin sağlığını kaybetme korkusu ve korkuların en büyüğü olarak kabul edilen ölüm korkusu. Kısaca sahip olunanları kaybetme korkusu bizi ve çevremizi pek çok yönden etkiler, ortaya çıkan tepkilerin en basiti kıskanç, hırçın, kavgacı, kuşkucu ve egoist bir psikolojinin içine sürüklenmek olarak tarif edilebilir.
Devesha nefret olarak adlandırılır.
Eğitilmemiş ve disiplin altına alınmamış akılsal bedenimiz dualiteler içinde yaşar, her şeyi birbiri ile karşıt olarak ikiye ayırır. Sevgi-nefret, sevilen-sevilmeyen, güzel-çirkin, hoşlanılan-hoşlanılmayan gibi. Bu ikilemleri çoğaltmak yaşantımızın ve düşünce şeklimizin her anına yaymak mümkündür. Bir tanesi içimizdeki negatif enerji değerlerini yükseltirken, diğeri pozitif enerji değerlerini yükseltmektedir. Bu ikilikçi düşünceler arasında kalmak zihnimizi yorar. Üzerimizde pozitif etki yarattığını düşündüklerimiz bizleri bağımlılığa sürüklerken, negatif etki yarattığını düşündüklerimiz nefret duygularımızın ortaya çıkmasına sebep olur. Bu, bizim birlik duygumuzu, toleranslı yapımızı ve hoşgörümüzü zaafa uğratmanın yanında agresif davranışlar ve hırçınlıklarla düşünce yapımızın sabit olması gereken dengesini bozarak, kendimize ve çevremize de zarar vermemizin yolunu açacaktır.
Ahimsa düşüncesine göre, her ne şekilde olursa olsun insana, hayvana ya da doğaya karşı saygının ve olması gereken sevginin yitirilmesi, zarar verilmesinin düşünülmesi, uygulanması yaşantımızdan silinip atılmalıdır.
Burada bir örnekten bahsedelim. Hepimiz görmüşüzdür, çiçek bahçelerinin bir köşesinde şöyle yazar " Çiçek dalında güzeldir " . Bunu yazıyı çok basit anlamda bahçeden çiçek koparılmasını önlemek amacıyla oraya koymuş olsalar da, biz bakış açımızı genişletelim. O çiçeğin koparılması bizim onun üreme ve yaşama hakkını elinden aldığımız anlamına gelir. Bunun yanında diğer insanların göz zevklerinin, güzel koku duygularının da önüne geçerek onları bundan mahrum etmek anlamına da gelecektir. Verilen zarar bu kadarla da kalmaz, ondan istifade edecek olan arının, kelebeğin, böceğinde bu hakları da ellerinden alınmış olur.
Önce bu basit örneğin bilincine erişerek, kopartacağımız çiçekle yapacağımız yanlışın farkına varmalıyız, sonra bakışlarımızı tüm eylemlerimize çevirebiliriz.
Kestiğimiz ağaçların, yaktığımız ormanların, kuruttuğumuz göllerin, çöpe attığımız ekmeklerin, tarım yapıyoruz diye kullandığımız gübrenin, ilacın, eğleniyoruz diye sonuna kadar açtığımız televizyonun hayatımız üzerindeki, doğa üzerindeki, evren üzerindeki etkilerinin farkına vardığımızda herhalde Ahimsa felsefesini daha iyi anlama şansını elde edebiliriz.
Sadece fiillerimiz değil sözlerimizde ( Sabda ) karşımızdakine zarar verme eğilimi içinde olmamalıdır.
Upenishad' lar sesin ve sözün gücünden bahsederler. Kederli bir kişi gördüğümüzde onun kederine ortak olmamızı önerir, ona acımamızı, uygun sözlerle bunu belli etmemizi ister. Bu eylemi de Karuna olarak adlandırırlar. Bunu gerçekleştirmekten kaçınmamızın kederli kişinin kederini artıracağından, ümitsizlik içine düşmesine sebep olacağından bahsederek bu ümitsizliği de Satyana olarak adlandırırlar. Satyana' ya sebep olmak da Ahimsa felsefesine ters düşer. Kederli kişilerin kederini uygun sözlerle paylaşmak, ona kederini unutturmaz, kederin kaynağını kurutmaz ama azalmasına neden olur. Kederi ortaya çıkartan duygu ve düşünceyi dağıtır. Kederli kişinin, kederine yenik düşmesi yerine, daha objektif bakış açısı ile durumunu değerlendirmesini sağlar.
Yine Upenishad' lara göre mutlu bir kişi gördüğümüzde onunla beraber " alev gibi parlamamız " istenir ve bu eylemde Maitri olarak adlandırır. Mutlu olanın yanında onun mutluluğuna ortak olmadan durmak, ya da bu mutluluğa ortak olacak sözler söylememek mutluluk duygusunun paylaşılamadığı için askıda kalmasına, manasız hale gelmesine neden olacaktır. Karşımızdakinin mutluluğuna ortak olmadığımızda kendimize bir soru sormamız gerekir. " Davranışımızın nedeni yenemediğimiz egomuzdan mı kaynaklanmaktadır, yoksa Yoga yolunda bizi engelleyen kıskançlık duygusundan mıdır? " Patanjali bu soruların cevabını çok yumuşatarak, bu şekildeki davranışların kişinin kendisini diğerine uyduramamasından kaynaklandığını söyler. Öylede olsa karşımızdakinin mutluluk duygusunu tadamamasına sebep olmak ona verilmiş zarardır.
Sadece eylemlerimiz ya da sözlerimiz değil, düşüncelerimizde kötülerden arıtılmış olmalıdır. Kötü düşünüldüğünde içimizdeki zarar verme eylemine meyil artacaktır, negatif duygu yükü beslenecek, bu da daha çok hata yapmamıza, yaptığımız hataları büyütmemize, katlamamıza neden olacaktır. Unutmamak gerekir tüm evrende negatif duygu, düşünce ve davranışlar negatif enerjileri, pozitif duygu, düşünce ve davranışlar pozitif enerjileri çekme eğilimindedir.
Düşünce şeklinin istenilenden uzak olması ve yine istenilmeyen duygular beslemenin fiile dökülmüş en son şekli belki de " o çiçeği dalından koparmak ", daha sert bir tanımla “ Hayatına son vermek, öldürmek “ dir.
Her canlı kendisine özgü yaşamını devam ettirebilmek ve doğanın dengesi içindeki rolünü oynayabilmek için dünyaya gelir, bizlerle aynı enerjiyi ( Prana ) paylaşır. Bunu düşündüğümüzde onlara zarar vermenin ya da öldürmenin bize verilmiş bir hak olmadığı daha iyi anlaşılır.
Tüm bunları söyledikten sonra Ahimsa felsefesini şu şekilde özetlemek her halde doğru olur. Ahimsa, bağımlılıktan, bencillikten uzak, nefretten, kıskançlıktan, şiddetten arınmış duygularla her şeye karşı pozitif bakarak sonsuz ve karşılıksız sevgi ve saygı beslemektir.
S A T Y A
Kelime anlamına bakıldığında Satya’ nın doğruluk, dürüstlük, saflık olarak anlamlandırılabileceği görülür.
Yoga felsefesine göre Satya, zihnin saf gerçeği yansıtmayan, saf gerçeğe uygun olmayan şeylerden kaçırılmasıdır. Bunun için kişi, doğru ve tarafsız düşünmeyi öğrenmeli, kendi duygusal dünyasının etkisinde kalarak gerçeğe uygun olmayan, taraflı düşünmesine ve kararlar vermesine sebep olabilecek şeylerden aklını uzak tutmalıdır. Bu uygulama, düşüncelerde, davranışlarda, eylemlerde tarafsız, doğru ve dürüst olmayı getirecektir.
Patanjali, Yoga Sutra, 2. kitap 36' da " Tüm varlıklara olan ilişkilerde doğruluk, dürüstlük ve mükemmelliğe ulaşıldığında bunun karşılığının hemen görüleceğini söyler "
Doğruluk ve dürüstlüğün istenilen seviyeye çıkarılabilmesi için yine karşımıza Sanskrit dilinde Ahamkara olarak adlandırılan egonun yenilmesi sorunu çıkar. Egonun ön planda olması kişinin düşünceleri ve davranışları ile kendi çıkarları için savaşması anlamını taşır. Zihin yapısını belli disiplin altına sokmamış olan kişi, çıkarlarını korumak için atılacak her adımı da kendisine hak olarak görür. Bu düşünce şekli dürüst olmamayı, yalan söylemeyi ve satya yolundan sapmayı ortaya koymaktadır.
Doğruluk ve dürüstlük dediğimizde aklımıza hemen bunun ters anlamlısı olan yalan, riya ve kandırmaca gelir.
Yalan söylemek pek çok noktada kişinin arkasına saklandığı kaçış yoludur. Kimi zaman çaresizliği, kimi zaman kurnazlığı, kimi zaman çıkarımcı duyguları saklamanın bir yolu olarak değerlendirilir.
Birçok kaynak da Simriti' den alınma, Manu' nun bu konudaki düşünceleri anlatılarak yalanın tehlikesi ortaya konulmaya çalışılmıştır. Manu bu konuya özetle şöyle açıklık getirir : " Yalan tatlıdır, bu tadı kişi tatmamalıdır. Yalanın tadına varıldığında bu tat alışkanlık yapar. "
Sözlerinde düşüncelerinde ve eylemlerinde dürüst olmayan kısa vadede karlı çıktığını sanır, oysa uzun vadede sadece kendisini kandırmış olduğunun farkına varacaktır, çünkü söylenilen her yalan ile ortaya çıkan enerji, kişinin yaşamı üzerinde olumsuz etkilerini muhakkak göstereceklerdir. Kısa vadede olumsuz etkilerinin görülmemesi asla görülmeyeceği anlamını taşımamalıdır. Evrende ortaya konulan enerji asla kaybolmamakta, muhakkak ilk kaynağına geri dönmekte, hatta bu dönüş katlanarak daha kuvvetli olmaktadır.
Yaşantımıza baktığımızda görürüz ki, hepimizin yaptığı yanlışlar vardır, bunlar bizim Karma’ larımızın negatif taraflarını meydana getirir ve bizler farkına varmadan bilinçaltına atılarak orada yerleşirler. Onlardan kaçmak yerine yüzleşmek, gerçek doğruları kabul ederek yapılan yanlışları görmek ve bunları düzeltmek, doğru olanı uygulamak, yanlışların tekrarını önlemek anlamına geleceği gibi, egonun önüne çekilecek bir set meydana getirecek, kişinin Karma' larının birikiminden kurtulmasını, hatta temizlenerek saflığa erişmesini sağlayacaktır.
Doğrular her zaman hoşumuza gitmeyebilir, ya da bizi memnun eden, üzerimizde etki meydana getirmeyen doğrular bir başkasını rahatsız edecek özellikler taşır, ona zarar verir. Kimseye zarar vermemek düşüncesi içinde olduğumuza göre ne yapılmalıdır?
Upenishad' lardan bu konuda çıkarılacak olan sonuç ilginçtir. " Zarar veren doğruların dile getirilmesinin de doğru olmadığı " kanısı ortaya çıkar. O halde nasıl bir tavır izlenmelidir ?
Burada yine Simriti' de Manu' nun söylemine kulak vermek gerekir. Ona göre kişi hoş olmayan bir doğruyu dile getirirken, söylemlerinde nazik ve yumuşak bir dil kullanarak bu doğrunun karşı tarafta meydana getireceği kederi mümkün olduğu kadar azaltmalıdır.
A S T E Y A
Kelime anlamı olarak kendisine verilmeyeni almamak demektir. Dar kalıp içinde sığdırılarak bakıldığında bunu hemen hırsızlık yapmamak, başkasının değer verdiği şeylere onun rızası olamadan dokunmamak olarak anlamlandırabiliriz, oysa Asteya prensibi de çok geniş bir anlam ifade etmek için kullanılır.
Dikkatli bir gözle tüm doğayı incelediğimizde, doğanın eli açık davrandığını, nimetlerini bizden sakınmadığının, gizlemediğinin farkına varırız. Emeğimizi ve çabamızı ortaya koyduğumuzda o bizi yeteri kadar, hatta fazlasıyla memnun edecek cevabı her zaman vermektedir. Ama bizler onun bu bereketinin sırrına ermek istemeden, kendi çıkarlarımızı artırmak uğruna son damlasına kadar onun kanını, canını sömürmek için çaba sarf etmekte onu zorlamaktayız. Oysa bize verdiği ya da vermek istediği şeylerin sınırlı olduğunun farkına varmalıyız. Bir elma ağacından elma koparmak doğayı rahatsız etmese de, elma ağacını kökten sökmek, ondan istifade etmek uğruna dallarını kırmak, yapraklarını yolmak doğanın bize vermediğini alma çabası, aynı zamanda da zarar verme, onun olması gereken doğal halini bozmak olarak yorumlanmalıdır.
İhtiyacımız olan şeyler sınırlıdır, yiyebileceğimiz elma sayısı iki ya da üçtür, daha fazlasını koparmak, istifçilik yapmak Asteya prensibine ters düşmektedir. Bu bizden sonra o ağacın meyvelerinden istifade edecek olan bir başka canlının hakkına tecavüz anlamına gelmektedir. Bu nedenle insan kendi ihtiyacı olanı bilmek ve buna göre hareket etmek zorundadır.
Bir tabağa koyacağımız iki kaşık yemekten bir kaşığını yiyebiliyorsak, diğerini heba ediyorsak, ona ihtiyacı olanları düşünebildiğimizde ve bu eylemimizin devamından vaz geçtiğimizde Asteya prensibinin bize öğretmek istediklerini kavramaya başladık, diye sevinebiliriz.
Evrenin kanunları serttir. Kendi aç gözlülüğümüz ve çıkarlarımız çerçevesinde uyguladıklarımızla evrene yaydığımız negatif enerji, ya da evrenin stabil dengesini bozma çabalarının ortaya çıkardığı frekans değişiklikleri muhakkak yanıt bulacak ve bu yanıt suçlara karşı oluşturulan cezalar boyutunda bizlere dönecektir. Evren sabırlıdır, kendisinde meydana getirilen negatif enerji değişikliklerine hemen cevap vermeyebilir, ama unutkan değildir.
Dünyamıza bakalım, uyguladığımız yanlışlıkların onun doğal dengesini bozduğunu fark edelim, yapılan tarımın bereketinin kalmadığını, yağan yağmurların sel olup aktığını gözlemleyelim, kirlettiğimiz doğanın feryatlarını dinleyelim ve kendimize soralım bizden sonraki nesillerin ellerinden aldığımız doğal yaşama haklarını yerine koyabilecek miyiz?
Bunu yapmaya hakkımız var mıydı?
Unutmayalım bizler, bizden önceki nesillerin şekillendirdikleri dünyada yaşamaktayız, bizden sonrakiler de bizim şekillendirdiğimiz dünyada yaşamak zorundalar. Biz onların dünyasından kendi çıkarlarımızı tatmin için bir şeyler çaldıkça Yoga' nın Asteya prensibini çiğnemiş olmuyor muyuz?
Evrenin kendisine verdikleri ile yetinmesini bilen kişi her şeyden evvel aç gözlülüğünü, egosunu, kıskançlığını ve bunun yanında pek çok duygu ve düşüncesini de dizginlemesini bilecektir. Makul ölçülerde ihtiyaçlarını karşılamak onun için mutluluk olacaktır.
Patanjali " Asteya kuralına uyduğunda kişi arzuladığı her şeye sahip olabilir. " der. Patanjali Yoga Sutra ( Kitap 2 - 37 )
Yoga' nın felsefe sistemine göre kendisine verilmeyeni alan aldığı kadarını kaybedecektir, kendisine verilende olsa, aldığını kötü amaçlarla kullandığın da kaybı daha da büyük olacaktır.
B R A H M A C H A R Y A
Yoga felsefesinde ölçülü olmak, aşırı olan her şeyden uzaklaşmak olarak değerlendirilir. Bu bizim içsel gücümüzün ya da kendimize hâkimiyetimizin test edilmesi olarak da algılanabilir. Oysa bu anlayış, zamanla farklı bir anlama bürünmüş sadece cinsellikten kaçınma olarak yorumlanmaya başlanmıştır. Brahmacharya' nın bir anlamı da bu olmakla beraber Yoga yolunda esas anlatılmak istenilen cinsellikle alakalı olan kısmı değildir. Kişi her bakımdan, tüm yaşantısı içinde ölçülü olmak zorundadır, bu kendisine, yani duygularına, düşüncelerine zihinsel ve akılsal yapısı ile bedenine olan hâkimiyetini artırması anlamını taşır. Zihinsel, akılsal, bedensel faaliyetlerimizi incelediğimizde hepsinin arkasında duyularımızın onun arkasında da duygularımızın etkilerini görebilmek mümkündür. Tek bir duyunun ya da duygunun kontrolümüzden çıkması diğerlerini de peşinden sürükleyecek ve kontrol tamamen bizim dışımızda kalacak, duyularımızın ve duygularımızın eline geçecektir. O halde tüm bu faaliyetlerimizi kontrol altına alabilmemiz için önce tüm duyularımızın ve duygularımızın dizginlerini elimize geçirmemiz gerekir. Bunlar kontrolsüz olduklarında Yoga yolunda ilerlememizin önünde en büyük engeli meydana getireceklerdir.
İnsanın istek ve arzuları asla bitmez, tatmin edilen her arzu arkasında bir başkasını getirir. Özellikle meditasyon çalışmalarında da bunu fark edebilmek mümkündür. Çalışmalarda konulan sınırlar başarıya ulaştıkça bu başarıda ustalaşılmadan aşılmaya çalışılır. Bu da istenmeyen sonuçların ortaya çıkmasına sebep olabilecek enerji dağılımlarını ortaya çıkartabilir. Oysa ölçülü olmak ve kişinin kendisini tanıması, istek ve arzularından sıyrılmış olması, bu çalışmalarda gerekli olan gücün en üst seviyeye çıkartılıp bu seviyede tutulabilmesini temin etmek için kazanılması gerekli olan bir meziyettir.
Yoga' nın düşünce sistemine göre aşırı olan her şey zararlıdır ve bu aşırılıklar genelde kişinin içsel baskılarının, ulaşmayı istediği noktalara varamamasının dışa vurumu olarak yorumlanır.
Örneğin; Aşırı yemek yemek ve aşırı konuşmak bastırılmaya çalışılan içsel enerjinin ve yine bastırılmaya çalışılan içsel duyuların dışa vurumudur. Aşırı olarak cinselliğe düşkün olmak, karşı cinse olan üstünlüğü ispat edebilme çabasıdır. Aşırı derecede evhamlı olmak elde edilmiş olan kazanımları kaybetme korkusundan kaynaklanmaktadır. Aşırı uyumak, karşılaşılması istenmeyen olaylardan ve duyulardan kaçmak anlamına gelir, bir noktada saklanmaktır. Aşırı sevinç gösteriminin arkasında yatan kıskançlık duygusudur. Duyusal nesneler üzerinde aşırı düşünmek, özlemlerin dile getirilmesidir. Aşırı kaygı duymak, bastırılmış konuların su yüzüne çıkmasıdır.
Gelelim cinsellik konusuna. Yoga' nın düşünce sisteminde cinsel enerji kişinin içinde saklı büyük bir gücün kaynağını meydana getirir. Patanjali, cinselliğe aşırı düşkünlüğün ortadan kaldırılmasıyla büyük bir enerjinin ortaya çıkacağını ve fark edilebilir hale gelebileceğini söyler. ( Patanjali Yoga Sutra Kitap 2 - 38 ) Kişinin bu enerjisini cinsel amaçlarla ölçüsüzce ( bir anlamda da boşa ) harcaması yerine, ölçülü olmasını, bu enerjiyi büyük oranda beynine yollamasını, beynin daha fazla aktifleştirilmesinde kullanılmasını ister. Bu şekildeki davranış kişinin yaratıcılık gücünü artırıp uyuyan yeteneklerini su yüzüne çıkartacaktır, der. Özellikle Tantra Yoga’ da Vama Marga bu uygulamanın yollarını ortaya koyan çalışmalar yapmaktadır.
A P A R İ G R A H A
Hırs ve bencilliklerin dizginlenmesi ile aç gözlülükten kaçınma anlamını taşımaktadır. Bu, istenmeyen duygu, düşünce ve eylemler Yoga çalışmalarında istenilen ve özlenen huzurun, duygularda, düşüncelerde ve içsel enerjilerde olması gereken sabit dengenin kurulabilmesinin önünde kuvvetli bir engel meydana getirir.
Asteya başlığı altında söylendiği gibi kişi maddiyatla ilgili olan, ya da olmayan konularda kendisine yetecek olanı bilmeli ve daha fazlasına sahip olmayı istememelidir. Daha çok şeye sahip olma isteği, ben duygusunun ön planda tutulması, başkalarının odak ve ilgi noktasında olma isteği önüne geçilemez boyutlara ulaşan alışkanlıkların ortaya çıkmasına ve yerleşmesine neden olur. Boyutlar büyüdükçe tatminsizlik artar, doymak bilmeyen istekler negatif düşüncelerin nedeni haline gelir, kişi bu duygularını tatmin edebilmek için her türlü yola başvurma eğilimi içine girer.
Oysa kişi, ihtiyacı olanı ister ve bulduğu ile yetinir, kendisine verileni kabul eder ve onunla bütünleşirse ben duygusunun, çok şeye sahip olma düşüncesinin, Yoga çalışmalarında dahi ortaya çıkabilecek sonu gelmez isteklerinin nafile olduğunu fark eder. Anlar ki bir bütün ekmekten yiyebileceği, bir dilimdir. O zaman, bu günün, bu anın, bu yaşamın geçici olduğunu daha kolay kavrar ve bu anı bir daha yaşamanın mümkün olmadığının, her ne şartlar içinde olursa olsun bu anı yaşamanın mutluluk olduğunun bilincine erişir. Bu, bir noktada varılması gereken hedefleri büyütmek, hedeflerin başına da evrensel düşünce sistemini yerleştirmek anlamını taşır.
Bu konuda Patanjali Yoga Sutra ( Kitap 2 - 39 ) şöyle der. " Hırs kişinin içinde tamamen yok edildiğinde, yeniden doğuşun kanunları anlaşılmaya başlar "
Bu sözler üzerinde, bilinçli olarak teferruatı ile düşünmek gerekir.
Yama konusunda yukarıda belirtilen kurallara uyulmasının yanında aşağıda adları ile belirtmeye çalışacağımız hususlarında gerçekleştirilmesi kişinin psikolojik olarak rahatlamasına neden olacağı için önemlidir. Bunlarında benimsenip uygulanması kişiyi varılması istenilen 4 amaca ulaştırır. Gerçekleşecek dört amaç şunlardır;
1 ) Vücutta toplanmış olan negatif enerjiler dışa atılır.
2 ) Enerji kanalları ( Nadi ), arındırılarak açılır.
3 ) Bedende enerjinin toplanması kolaylaşır.
4 ) Toplanan bu enerji fiziksel sağlık ve spritüel gelişme için kullanılır.
Yama yolunda bir adım daha ileriye gitmek için uygulanması istenilenleri de şöyle sıralayabiliriz;
DAYA ... Merhamet.
KSHAMA ... Afetme.
DHRİTİ ... Dayanıklılık.
MİTAHARA .... Ilımlılık, hoşgörü.
ARCAVA ...Doğruluk
N İ Y A M A K A V R A M I
Yoga yolunda kararlılıkla ve içsel bir farkındalıkla ilerleyebilmemiz için önümüzde engeller meydana getirebilecek olgulardan en önemlisi beş duyu organımızın algılamaları neticesinde şekillenen duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımızdır. Bunların gözlemlenerek denetim altına alınması Niyama kavramı içinde değerlendirilir.
Yaşantımız üzerinde mutlak etkisi olan negatif olarak değerlendirebileceğimiz düşüncelerimiz ve davranışlarımız tek tek aşılmaya çalışılırken, pozitif değerlerimizde kuvvetlendirilerek daha sağlam ve arzu edilen bir yapıya ulaşmamız hedeflenir. Kısaca kötü alışkanlıkların yenilmesi ve olumsuz eğilimlerin giderilmesidir. Yoga’ nın düşünce yapısına göre, bunun için uygulanacak yol gösterici düşünceler ve davranışlar yaşam şekli haline getirilmelidir.
Yaşantımız içinde bizi pozitif yönde etkileyen, negatiflerimizi yenmemize olanak tanıyan olgular beş ana başlık altında toplanmıştır.
1 :::::: Saucha
2 :::::: Santosha
3 :::::: Tapas
4 :::::: Svadhyaya
5 :::::: İshvara – Pranidhana
Bu ana beş prensip yanında aşağıda adları ile anacağımız konularda da kişinin kendisini eğitmesi Niyama konusunda daha sağlam adımlar atmasına olanak sağlayacaktır.
-
ASTİKYA ... Sadakat, yapılan çalışmaya, fikre ya da düşünceye bağlılığın kontrolü.
-
DANA ... Hayırseverlik, çıkarımcı düşüncelerden sıyrılarak bencillik duygusunun kontrolü.
-
HRİ .... Alçak gönüllülük, gururun ve egonun kontrolü.
-
MATİ.... Analiz, düşüncenin kontrolü.
-
VRATA ... Yemin, kararlı davranışlarla lüzumsuz değişkenliğin kontrolü.