Yoga Nedir? 

            Bu soruya cevap aramak ve buna açıklık getirmek bizim yapmak istediğimiz çalışmaları, varmak istediğimiz noktaları ve aynı zamanda Yoga' nın felsefe sistemine göre aranan ve özlenen sonuçları anlamlandırmak açısından önemlidir. Burada konuya genel anlamda bakmak istediğimizden değineceğimiz her konu kısa bir özet şeklinde olmak zorunda. Muhakkak ki Yoga’ yı daha iyi kavrayabilmek için, bu ve buna benzer konuları daha derin anlamları ile ifade etmek, bu konuların üzerine tek tek eğilmek, onları daha iyi yorumlarla özümleyebilmek gerekir. Bu konular üzerindeki kapsamlı çalışmaları bir başka zamana bırakarak biz yolumuza devam edelim.Yoga' nın kelime anlamına bakarak bu konuda bilgilenmeye başlamak herhalde en doğru yaklaşım olacaktır.

            Sanskritçe' de Yoga' nın " Yuj " kökünden geldiğini görürüz. Bu kelimeye Sanskrit dilinin sözlük penceresinden bakılınca kısaca "boyunduruk " anlamına geldiğini anlarız. Bunu iki şekilde yorumlayabiliriz, bunlardan bir tanesi üzerimizde kurulan baskı anlamını taşırken diğeri çift sürmek için iki öküzün birlikte hareket etmesini ve yönetilmesini sağlayan, genelde ağaçtan yapılmış, öküzlerin boyunlarına takılan bağ olarak tarif edebiliriz. Buradan hareketle Yuj kökünün “birleştirmek, birleşmek, bir olmak " olarak anlamlandırıldığı sonucuna varırız. Buna paralel olarakda hemen Yoga' nın ana öğretisinin  tüm bedene hakim olmak yanında, “birlik duygusuna ulaşmak için yapılan çabaları” kapsadığını söyleyebiliriz ve ardından çeşitli yerlerde yapılan tarif ve yorumları buraya ilave ederek anlamı biraz daha genişletebiliriz..

BİR OLMAK ( Jihva – Atman )    ( Param – Atman )

            Yoga yolunda ilk karşılaşılan ve gerçekleştirilmesi istenilen şeylerden birisi Jihva – Atman olarak adlandırılan kişinin içsel ve dışsal yapısı ile ruhsal yapısının birleştirmesi, kendisini bir bütün halinde görebilmesidir. Bu gerçekleştirildikten sonra kişinin çabalarını biraz daha artırarak Param – Atman olarak adlandırılan durumu gerçekleştirmesi gerekir.  Bu da kişinin kendisini kendi dışında olanla birleştirmesidir. Bu mikro kozmik yapı ile makro kozmik yapının birleştirilmesi, kişinin mutlak bilinç, Brahma, evrensel ruh gibi çeşitli adlarla anılan, bizim burada evrensel enerji olarak adlandıracağımız, bilinç üstü duruma ulaşarak onu algılaması ve onunla bir olma çabaları içine girmesidir.

            Bu durumda,Yoga için şöyle bir tarifi dile getirebiliriz         

“Yoga,  kişinin tüm bedenine  ( beş beden, Pancha Kosha ), hatta iç organlarına ve hayati fonksiyonlarına hâkim olmasını sağlayan ve ruhunu disiplin altına alarak terbiye etmesini öğreten bir dizi bedensel ve zihinsel çalışmadır”. 

            Buna yakın, içerik olarak aynı hatları taşısa da bir başka tarif şöyle olabilir ve Yoga' nın düşünsel amacını bizlere biraz daha açabilir.

“Yoga bedensel disiplin yanında, sadece gerçek olanın kavranabilmesi için zihnin rahatsız edici, kaygılardan, korkulardan, ikiliklerden, istenmeyen duyguları uzaklaştırılması, temizlenmiş duru ve dengeli bir hale sahip olarak düşünce sisteminin arıtılması için kullanılan yöntemdir”.

            Bunu bir başka şekilde, Mahabarata’ da olduğu gibi şöyle dile getirebiliriz.

“Yoga insanın alt benliği ile üst benliğinin savaşıdır. Amacı üst benliğin özgürlüğüne kavuşabilmesi için alt benliği yenmesi ve silip yok etmesidir.”

            Hindistan' da gelişmiş öğretilerin önemli yazmalarından birisi olan, hatta, kutsal kabul edilen  Mahabarata' nın düzenleyicisi bilge ve ermiş Vyasa ( Vinyasa ) Bahagavat Gita' da, Yoga' yı çok basit olarak, bir cümle ile " Kişinin tutsaklıktan kurtulup aydınlığa kavuşmasının yolu " olarak tarif eder. Bunun içinde gerekli olanın yukarıda söylediğimiz gibi " kişinin alt benliğini yenerek üst benliğini serbest bırakması " olarak yorumlar..

            Kişinin üst benliğini baskılardan kurtararak serbest bırakılması, aydınlığa, huzura ve kurtuluşa, kısaca ruhsal olarak özgürlüğe (Moksha) kavuşmasının yolu olarak kabul edilir.

            Burada kendimize göre, daha sonra öğreneceklerimizinde eşliğinde Yoga' ya bir tarif getirmeye çalışırsak beki de şöyle diyebiliriz

“Yoga evrenselliğin ve sonsuz şuurun kavranabilmesi için zihnin istenmeyen tüm etkilerden kurtulması, iç benliğinin sırlarını çözebilmesi, düşünce sistemini arıtması ve evrenselliğin farkında olunmasının, ruhun baskılardan kurtarılıp serbest kalmasının öğrenildiği, şuurun daha üst basamaklara tırmanması için uygulanan teknikler topluluğudur”.

            Günümüzde Yoga denildiğinde ilk aklımıza gelen yer Hindistan, Himalaya dağlarının sarp yamaçları, buralarda kurulmuş tapınaklar ve ashramlar, Hint inanış sistemi ve özelliklede Buddha olmaktadır. Bunların hepsini bir bütün olarak kabul ederek değerlendirmek hoşumuza gider. Dolayısı ile de Yoga kavramının arkasında değerlendirmeye çalıştığımız Hint inanış sistemleri hakkında bilgilenme gereğini duymayız. Yoga, Buddha, Budizm kavramları aynı topraklarda kök salmış aynı kültür ağacının meyveleri olsa da birbirinden, bizlere küçük gibi görülen farklılıklarla, ayrılıklar gösterir. Bizim aralarında fark yokmuş gibi algılamamıza sebep olan, kullandıkları isimlerin, terimlerin, uygulamalardaki yakınlıkların yanında, iç içe geçmiş bir yapıya sahip olmalarına bağlanır. Hepsinde varılmak istenilen nokta aynıdır, hepsi Yoga’ nın ortaya koyduğu fiziksel, zihinsel çabalardan ve felsefi yapıdan faydalanır. En büyük fark gerçekleri bulmak için gidilen yol ile Tanrı kavramının yorumlanmasıdır.

            Upanishad' larda yer alan, Brahman' ların düşünce sisteminde amaç dünyasal kaygılardan kurtularak kişinin Brahma olarak adlandırılan evrensel yaratıcı güç ile bir olmasıdır.

            Caina' ların düşünce sisteminde evrensel öz, yada evrensel ruh, şuur olarak kabul edilen Atman ile bir olabilme çabaları kişinin yaşam amacını meydana getirmelidir..

            Yoga okulunun kurucusu olarak kabul edilen Patanjali' ye ve Vaisechika felsefesine göre tabiatüstü unsurlarında üstünde olduğu kabul edilen İshvara' ya - Shiva' ya ulaşmanın onunla bir olmanın yolları aranmalıdır.

            Buddha, bu konuda diğer düşünce sistemlerinden ayrılıklar gösterir. Onun düşünce sisteminde tanrı kavramına yer yoktur, diğerlerinde olduğu gibi Atman ya da Brahma, veya evrensel bir öz ile birleşme çabası da yoktur. Buddha' nın düşünce sistemine göre, diğer düşünce sistemlerinde de kabul edilen şekilde her şey geçicidir, bu dünyada ya da evrende hiçbir şeyin kalıcı bir benliği olamaz, her şey sürekli bir değişim içindedir. Bu nedenle de varılacak son noktayı Nirvana olarak adlandırır.

            Burada yeri gelmişken Nirvana konusu üzerine biraz eğilmek gerekir.

N i r v a n a

            Buddha ve onun öğretisi üzerine bir şeyler öğrenmeye çalışırken ilk karşımıza çıkan kavramlardan birisi Nirvana' dır. Buddha' nın öğretisinde içsel çabalarla, kişinin ruhsal yapısının ulaşması istenilen nokta olarak anlamlandırılabilir. Batı dünyası yanlış bir anlamlandırma ve yorumlama neticesinde uzun yıllar Nirvana kavramını ölümden sonra ulaşılabilecek ve sonsuzluğa kadar sürecek mutlu bir öbür dünya yaşamı olarak düşünmüştür.                                                                                                           

            Meydan Larousse' da buna paralel olarak şöyle bir tarifin yapıldığı görülür.  " Buddha' cılıkda ruhun bir bedenden ötekine geçerek çeşitli yaratıklar şeklinde yaşamaktan kurtaran en yüksek mertebeye verilen ad."

            Batının Nirvana' ya getirdiği bir başka yoruma örnek olarak da filozof A. Schopenhaver' in " İrade Ve Tasavvur Olarak Dünya " adlı eserinde yer alan sözlerini, gösterebiliriz. Schopenhaver' in bu konudaki sözlerini şöyle özetlemek mümkündür; O' na göre hayat, gurur, hayal, boşluk ve hiçliktir. Dünya ve dünya nimetlerinden yüz çevirmek ile oluşacak sükûnet hali Nirvana' ya ulaşmaktır.

            Atman, yani kişinin öz varlığının olduğunu kabul eden Brahmancılıkta, Vedacılıkta, veya diğer Hint dinsel inanışlarında kabul edilen Brahma, Vishnu, İshvara kavramları, bir anlamda batı dünyasının bu konudaki düşünceleri ile uygunluk göstermektedir. Çünkü onlarda da Karma’ nın nedensellik zincirinin kırılması, doğum, yaşam ve ölüm döngüsünden kurtulmak, yani Samsara' nın döngüsüne son verilmesinden sonra kişinin Brahma olarak adlandırılan evrensel enerjiyi, sonsuz ruhu, ya da tanrısallık ile birleşmesini ve bütünleşmesini, öze dönüşü kabul eder.

 

            Buddha' nın öğretisinde durum tamamen farklıdır. Nirvana' ya ulaşmak ölümden sonra değil, yaşarken bu hayatta gerçekleştirilecek, daha doğrusu gerçekleştirilmesi gereken ruhsal bir durumdur.

            Pali dilinde de Nirbana olarak geçen Nirvana kavramının Sanskrit dilindeki sözlük anlamına baktığımızda alevin sönmesi, ya da yok olmayı nitelediğini görürüz. Buddha' nın bunu anlamlandırmasına baktığımızda ise acılardan, ıstıraplardan, sıkıntılardan kurtularak ruhun özgürleşmesi şeklinde yorumlandığını fark ederiz. Sözlük anlamı olarak her ne kadar sönmek, yok olmak şeklinde anlamlandırılsa da, Sutra' larda izah edilirken bu anlama bağlı olarak hiçlik ya da yok oluş halinin tarif edilmemiş olduğunu, bulunmayış hali olarak izah edilmeye çalışıldığının farkına varırız. Çok ince bir çizgi olarak bulunmayış hali, zihnin yanılgılardan kurtulması, dengeli ve dingin bir ruh haline erişilmesi, negatif olarak anlamlandırabileceğimiz tüm istenmeyenlerin içimizdeki oluşum alevinin sönüp yok olması olarak düşünülebilir. Bu noktaya varıldığında istekler, hırslar, korkular, kinler ve stres geride kalmış kişinin önünde yeni bir kapı açılmış demektir. Bu kapının ardında huzura, mutluluğa, tüm bildiklerimiz ve bilmediklerimizle uyum içinde olabileceğimiz bir yol bulunmaktadır. Bu noktaya ulaşmış olan kişinin diğerlerinden farklı bir ruhsal yapıya sahip olacağı muhakkaktır. Bunu vurgulamak için kişinin Arhatlık mertebesine gelmiş olduğu kabul edilir.

            Burada kritik bir konuya değinmek gerekir, Yoga' nın düşünce sisteminde kişinin istek ve tutkularının esiri olması ilerlemenin önünde en büyük engel olarak kabul edilmektedir. Bu durumun kişinin dingin olması gereken içyapısını bozduğu düşünülür.

            O halde Nirvana' ya ulaşmak istemek de tutku ve arzu çemberinin bir halkasını meydana getirmiyor mu?...

 

            Bu soruyu kendimize sorduğumuzda Nirvana' ya ulaşmak isteğinin de yanlış olduğu sonucuna varılır.

            O halde ne yapmalıdır ?...

 

            Geliştirilmiş istek ve tutkularla Nirvana' ya ulaşmayı düşünmek yerine, bu istek ve tutkulardan kurtularak varmak istediğimiz noktaya ulaşamayacağımız kaygısını bir tarafa bırakarak, Yoga' nın yolunu sakin bir bilinçlilikle takip ettiğimizde, elde ettiğimizle yetinmesini bildiğimizde, zihinsel olarak arınmışlığı yakaladığımızda,  istediğimiz zihinsel gelişim seviyesine ulaşabileceğimizden emin olabiliriz.

            Nirvana' ya ulaşmak, ya da ulaşmaya çalışmak bize ne getirmeli?

 

            Her şeyden önce bu noktaya ulaşmak için yola çıkmak karakter yapımızı, düşünce sistemimizi, dünyaya bakışımızı, isteklerimizi, ilişkilerimizi belli bir çizgiye oturtsa da, dünyasal başarı çabalarımızı ve günlük yaşantımızı etkilememelidir.

            Yapılan her iş, Yoga' nın felsefe sisteminin bize öğrettiği gibi eksiksiz, zamanında, özveri ve doğrulukla yapılmalı, yargılardan, peşin hükümlerden kaçınılmalı, doğru kararlar alabilmek için olayların bütününe bakabilmeyi, sabır etmeyi, olayların gelişmesini tarafsız gözle takip edebilmeyi öğrenmelidir. Ne kendimize zarar verdirmeli, ne de başkalarına zarar vermelidir. Karma' nın karışık etkilerinden kurtulmak için çaba sarf etmeli, çevrenin baskısından, beğenilmek ya da beğenilmemek gibi ikilikler dünyasından sıyrılmalıdır. Yaptığı işten mutluluk duyan, yaptıklarını doğru olduğu için yapan, başkasının tenkidini ve beğenisini beklemeyen, o işi yapılması gerektiği için yapan, yine de kişilerin kendi üzerindeki iyi ya da kötü düşünce, eylem ve sözlerini sakinlikle değerlendirip kendi akıl süzgecinden, yargıya varmadan, yan tutmadan geçirebilen bir kişi olunmalıdır. Olayların doğal akışına ayak uydurabilmeli, acıların ya da tasaların bu doğal akışın bir parçası olduğunu bilebilmeli ve onlara göğüs gererek sabırla karşılayabilmelidir. Ben duygusunu yok ettiği için istek ve duygularına set çekebilmelidir. Gerçek ihtiyaçları ile istek ve arzularını birbirinden ayırabilmeli, dünyayı kendi dar penceresinden görmemeli, tüm doğayı, kuşları, çiçekleri anlayabilmeli, kendi kabuğunu kırıp, doğayla, sevgiyle, hoşgörüyle, yaşamla, mutlulukla bütünleşip, kötümser duygu ve düşüncelerini, negatif yönlerini yok edip, iyimser duygu ve düşüncelerini su yüzüne çıkarıp pozitif enerjiye sahip olabilmelidir.Ve unutulmamalı, yaşamın, hatta Niravana' ya ulaşmanın, Yoga yapmanın, meditasyonun, denge içinde yaşamanın, ruhsal sağlığı yakalamanın, her türlü eylemin tek gayesi, uzun, uzun olduğu kadar da sağlıklı ve sağlıklı olduğu kadar da mutlu bir dünyasal yaşama ulaşmak, bunu sürdürebilmek, böylece spritüel konularda daha fazla olgunluğa erişmek için zaman kazanmaktır.

. Buddha' nın düşünce sistemi ile paralellik içinde olan Zen düşüncesinde de Nirvana' ya ulaşma isteği ve çabası Sotari olarak adlandırılır.

Burada Buddha' nın öğretisinden biraz uzaklaşalım, kendimize bazı sorular yöneltelim.

                                                                                                    

Niravana 'ya ulaşmak sadece yanılgıları yenip zihnimizi bedenimizi disiplin altına alıp, kendimizi doğanın, olayların akışına bırakıp, bundan pay alıp, mutluluğu yakalamakla sınırlımı kalmalıdır ? Yoksa bir adım daha ileriye gidip, oluşumun, değişimin ardındaki temel nedeni aramak için çabalar sarf edilmelimidir? Bize verilmiş olan bu bedenimizde ve aklımızda kullanabildiğimiz kısımlarla yetinmeli miyiz? Yoksa bu kullanışın boyutlarını artırıp değiştirebilme imkânına sahip olabilir miyiz?

Bizler nedenselliğin egemen olduğu, var oluş alanının madde boyutunu algılamaktayız. Ya madde boyutunun dışında kalan Karma' nın döngüsüne kapılmamış, kapılıp var olmuş olsa da bizim algılamamızın dışında kalmış olanlar? Sonsuzluk mu, yokluk mu, hiçlik mi, ya da adını koyamadığımız başka bir şey mi? İşte bu ve buna benzer soruların cevaplarını aramalı mıyız?

Algılayamadıklarımız, göremediklerimiz, duyamadıklarımız nelerdir? ... Algılarımızı, beyin gücümüzü, altıncı hissimizi, sezgilerimizi, duyularımızın gücünü artırabilecek miyiz?

Herhalde bu soruların cevaplarını Yoga yolundaki kapsamlı çalışmalarla, kendi sınırlarımızı öğrenip zorladığımızda ortaya çıkartarak bilebileceğiz.

 

Yoga' nın Basamakları

Yoga tüm bu kavramların özünü içinde saklar, hem bedenin hem nefesin disiplin altına alınarak terbiye edilmesini ister. Ruhsal olarak temizlenmeyi, arınmayı, iyi niyet hoşgörü gibi duyguların ön plana çıkartılmasını ve gerçekleri görerek, doğruyu bularak yaşamayı öngörür.

Yine günümüzde, Yoga denildiğinde Yoga – Sutra’ ları, düzenleyen ve ilk Yoga okulunun kurucusu olarak kabul edilen M.Ö. 200 yıllarında yaşamış olduğu tahmin edilen Patanjali’ nin Yoga sistemi gelmektedir. Kendisinden daha yeni bir tarihte yaşamış olduğu bilinen Shri Swatmarama’ nında belirttiği gibi, Yoga tek bir formdan meydana gelmiştir, ve bu form her iki bilge kişi tarafından da Ashtanga Yoga yada Raja Yoga olarak adlandırılmıştır. Bu adlandırmada Ashta sekiz, Anga yol, basamak olarak değerlendirilir. Yoga’ nın sekiz basamaktan meydana gelen bir yol olduğunu vurgular.

Bu sekiz basamak şu şekilde sıralanır.                                                                   

1.. Yama :: Negatifliklerden kurtulmak, ahlaki disipline sahip olmak. Bedensel ve ruhsal olarak kendine hâkim olabilme gücüne erişmek için yapılan çabaları ifade eder.

2.. Niyama :: Pozitif duygu ve düşünceleri kuvvetlendirmek için yapılan çabaları ve kişinin düşünce şeklini ifade eder.

Bu iki basamak kişinin etik olarak uyması gereken kurallar zinciridir.

                                                                                                       

3.. Asana :: Vücudun duruş şekillerini öğrenmek. Fiziksel bedenden en iyi şekilde istifade edebilmenin yollarını öğreten uygulamalardır, aynı zamanda fiziksel bedende yer alan içsel enerji akımları ile tanışmanın ilk basamağını meydana getirmek, fiziksel bedeni kontrol altında tutmanın öğrenilmesi  için uygulanan çabalardır..

4.. Pranayama :: Nefes çalışmaları yaparak, evrensel enerji ( Prana ) olarak adlandırılan enerjiyi his edebilmek ve nefesi kontrol altında tutabilmek, bu kontrolü geliştirmek için yapılan çalışmaları ifade etmektedir.

5.. Pratyahara :: Astral ( zihinsel ) bedeni tanıyarak onu çözümlemek. Duyuların ve duyguların kontrolü yolu ile kişinin kendisine hâkim olabilmeyi öğrenmek için yaptığı çabaları ifade etmektedir.

6.. Dharana :: Konsantrasyon kabiliyetini artırmak, bu yoldaki çalışmaları yaparak zihni terbiye etmek, onu istediği gibi kullanabilmenin yollarını öğrenmek için yapılan çabalardır. Aklı ve nefsi terbiye etmek, zihni baskılardan kurtarmak, ona özgürlüğünü vermek anlamını taşır.

7.. Dhyana :: Batıdaki adlandırması ile meditasyon, içsel çalışmalar yaparak Yoga yolunda ilerlemek ve mikro kozmik yapıyı ( kişinin kendi fiziksel ve psişik yapısını ) çözümlemek amacına yönelik çalışmaları ifade etmektedir.

8 .. Samadhi :: Ruhun tüm baskılardan ve şekillerden kurtularak serbest kalmasına olanak tanımak. Şuursal gelişmeye ve bütünlüğe erişerek makro kozmik yapıyı çözmek için yapılan uğraşıları kapsayan çalışmalardır.

 

Yoga aslında bunlardan daha büyük bir Vedik geleneği yansıtmaktadır. Patanjali’ den binlerce yıl evvel ortaya konulmuş Purana’ larda, Upenishad’ larda ve hatta Rig Veda’ da Yoga öğretisine rastlamak mümkündür. Sri Swatmarama, Hatha – Yoga Predipika’ da kendisinden evvel bu konuya emek vermiş olan pek çok bilge kişinin adını sayar ve bunların bir süreç meydana getirdiğini vurgular. Tüm bunlar Yoga’ nın kökeninin çok eskiye dayandığını ve Vedik düşünce şekli ile iç içe geçmiş olduğunu gösterir.

 

Felsefe Okulları

Gerek Veda’ larda gerekse Veda’ ları daha detaylı açıklayabilmek için yazılmış Brahmana’ larda, Aranyaka’ larda, Upenishad’ larda, evrenin tarihini açıklayan Purana’ larda, Dünya’ nın tarihini açıklayan İtihasa’ larda ayrı konu başlıklarına gerek duyulmadan Yoga ve Yoga’ nın düşünce yapısı hakkında açıklayıcı bilgiler verilmiştir. İlk dönem Yoga metinlerinden birisi olan Brihatyogi Yajnavalkya Simriti' de Vedik felsefenin Yoga' ya yansıması çok güzel şekilde fark edilir. Burada, Yoga' nın Asana ve Pranayama çalışmaları ile birlikte kullanılması istenilen Vedik  mantra' lar ve bunların uygulanışları verilmiştir. Buna benzer vurgulamalara Upenishad' larda da rastlanılır.

Daha sonraki zamanlarda bu kitapları inceleyen bilgeler, buralardan özümleyebildiklerini derleyerek Darshana, yani felsefi görüşleri ortaya sürmüşler ve bu görüşlerin etrafında toplananlar yeni okullar meydana getirmişlerdir. Eski dönemleri yansıtan altı esas okuldan bahsetme mümkündür.

Vedik felsefe ile uğraşan altı okulun hepsi hemen hemen aynı temel kavramları kabul etmiş olsalar da, bu kavramlara ulaşmak için kullandıkları yol ve metotlar bakımından birbirlerinden ayrılıklar gösterirler. Hepsinin ana düşüncesi ruhun doğasını ortaya çıkarmak, kozmik prensiplerle uğraşmak ve Veda' ları daha anlaşılır bir dil ile izah edebilmektir.

Bu okullar ( Sad Darshana ) olarak adlandırılırlar, Yoga, Samkhya, Nyaya, Vaisechika, Purva mimamsa, Uttara mimamsa ( Vedanta ) okullarıdır.

Yoga Darshana…… Daha çok madde ve ruh kavramlarını incelemekte, bunların detaylarına inmektedir. Civatma, ( Civatman ) Jihva Atman bireysel ruh ile Pramatma    ( Pramatman, Brahma ) evrensel ruh incelenerek teori ve pratik yolu ile çalışılıp bu kavramlar öğrenilmeye, özümlenmeye ve deney imlenmeye çalışılmaktadır.

Samkhya Darshana, Evrenin temel yapısını oluşturan 25 tattva ( esas element ) incelenmekte, ruhi enerjinin maddi enerjiye dönüşmesi, bilincin yoğunlaşarak, 25 elementle bütünleşmesi üzerinde durulmaktadır.

Niyaya Darshana, Mantık ve düşünce kurallarını inceleyerek, ruhun var oluşunu mantık yoluyla açıklamaya çalışır.

Vaisechika Darshana, Neden-sonuç, ruh-madde, uzay-zaman gibi konulara üzerine eğilerek bunlar ve aralarındaki bağ ortaya konulmaya çalışılır .

Purva mimamsa Darshana, Tanrı kavramını inceler, törenlerin neden ve nasıl yapılmaları gerektiğini açıklar, evrensel Karma’ yı (etki-tepki) kanunlarını anlatır.

Uttara mimamsa Darshana (Vedanta), Tanrı kavramını inceler, zihinsel yollarla tanrıya yaklaşmanın önemini vurgular, insanın gelişmesinde, bilginin rolü üzerinde durur.

Yoga' nın düşünce sisteminin dünyaya yayılmasında rol oynayan öğretmenlerin çoğunluğu Vedanta okulundandır. Bunların arasından birkaçını sayacak olursak hemen akla gelenler, Svami Vivekananda, Svami Shivananda, Paramahansa Yogananda, Shri Aurobindo olabilir.

           B i r     O l m a k

 Yoga’ nın isim anlamının birleştirmek, bir olmak olduğunu söylemiştik. Yukarıda verdiğimiz kısa bilgilerden sonra yeniden bu noktaya döndüğümüzde birlik duygusunun Yoga’ nın düşünce sisteminde iki başlık altında değerlendirildiğini görürüz. Bunlardan bir tanesi Civa Atman ya da Jihva Atman, diğeri ise Param Atman olarak adlandırılır.

Jihva Atman, bir olma düşüncesinin ilk adımıdır, kısaca kişinin kendi içyapısı ile dış yapısının birleştirilmesi olarak kabul edilebilir. Fiziksel bedenin, fiziksel bedenin fonksiyonlarının, zihinsel beden ile birleştirilebilmesi anlamına gelir. Kişi bakış açısını biraz genişlettiğinde Mevlana’ nın şu sözleri aklına gelebilir. “ Ya düşündüğün gibi ol, ya da olduğun gibi düşün “ Buradaki anlam eylemlerimizdeki, sözlerimizdeki, düşüncelerimizdeki birliği ifade ederek onların uyum içinde, yalandan, riyadan uzak olarak hareket etmesini önerir.

Jihva Atman’ a yüklenilen anlam bu kadarla kalmaz. Daha derinlerde bu birlik yanında düşünce yapımızın saflaştırılmasının gerekliliğini de ortaya koyar. Bu Sanskrit dilinde Saucha olarak adlandırılır, içsel ve dışsal saflığa ulaşmayı niteler. Negatif düşüncelerden, kıskançlık, haset, nefret gibi istenmeyen duygulardan ve egonun esiri olmaktan kurtulmak, negatifler yerine pozitif duygu ve düşünceleri yerleştirmek, böylece uzaklaşılan bu duyguların dışa da yansımasını önlemek anlamını ifade eder.

Yoga yolunda bu saflığa erişmek için gösterilen çabalar bizi kendimizi sorgulamaya götürür ve kendimizi daha iyi tanımamıza vesile olur. İlk sorgulanacak olan algılarımızdır, dolayısı ile algılarımızın gerçekleşmesinde rol oynayan İndriya olarak adlandırılan beş duyumuzu sorgulamamız gerekir. Bunun ardından bakışlarımızı kendimize çevirerek kendi kendimize “ Ben kimim ? “ diye bir sor yöneltip onun peşine takılmamız icap eder. Tüm bunları çözümledikten sonra “ Yaşamımın gayesi nedir ? “ sorusunun cevabını arayarak çizmek istediğimiz çizgi, yürümek istediğimiz yol ortaya çıkarılarak spritüel çalışmaların kapısından içeriye adım atılabilir.

Param Atman, evrensel enerjiyi tanıma, onunla bir olma çabalarını kapsar. Bu konu yeri geldiği zaman irdelenecekdir.

Duyu Organları ve Direk Algılama ( Pratyakcha )

Fiziksel olarak hemen hemen her şeyin farkındalığına erişmek için kişinin kullandığı yöntem direk algılamadır, bu Pratyakcha olarak adlandırılır, direk algılama, idrak etme anlamına gelmektedir.

Kendimizi ve çevremizi dikkatli bir gözle izlediğimizde doğum anından itibaren tüm canlılarda olduğu gibi bizlerinde çevremizdeki her şeyi algılamaya, deney imlemeye ve öğrenmeye çalıştığımızın farkına varırız. Bu aktivitemiz son nefesimize kadar devam eder. İlk ilgi odağımız kendi fiziksel bedenimiz bunun yanında çevremiz ve yaşadığımız dünyadır. Tüm bunların farkındalığına ulaşmak için kullandığımız enstrümanlar ise İndriya olarak adlandırılan beş duyu organımızdır.

İçsel ve dışsal tüm deneyimlerimiz İndriya olarak adlandırılan bu beş duyu organımız tarafından algılanan bilgilerle yönlendirilir. Bu algılamalar dış dünyayı yansıtan maddesel yapılardır. Dış dünya Sanskrit dilinde Maya olarak adlandırılan, kalıcılığı olmayan sürekli değişim içinde olan, ilizyondan ibaret şeylerdir ve bizleri kendilerine tutsak eder.

O halde bizler beş duyu organımızın algılayabildiği, ilizyondan ibaret bir dünyanın içinde yaşıyoruz diyebiliriz, ancak beş duyu organımızın algıladığı şeyleri bilebiliriz. Duyu organlarımız tarafından algılanmayanlar ise bizim için bilinmeyenlerdir. Duyu organımız tarafından algılananların duygularımızı etkilemesi ve diğer organları uyarması, zihin tarafından değerlendirilmesi bizim toplumsal ve sosyal yaşantımızın şekillenmesine neden olur.

Algılamalarımızın oluşabilmesi için ilk adım olarak duyu organları uyarılmalıdır. Bu uyarılma objelerin titreşimlerinin beş duyu organından birisi ya da birkaçı tarafından duyumsanmasına bağlıdır. Bu çeşit algılama Pratyakcha olarak adlandırılan şekilde, direk algılama olabileceği gibi, dolaylı olarak da gerçekleşebilir.

Konumuz direk algılama olduğuna göre objelerden gelen enerji akımları ile aktif hale gelen duyuların algılama ve idrak olarak ortaya konulması için nasıl bir yol izlediğini bilmek konuya biraz daha açıklık getirmek demektir.

Direk algılama konusu üzerine biraz eğildiğimizde beş duyumuzun arkasında Sanskrit dilinde  Manas  olarak adlandırılan aklımızın yer aldığını görürüz.  Aklımız, duyularımızdan daha içsel bir yapıya sahiptir. Duyularımızın uyarılması ile ortaya çıkan titreşimler sinir sistemi vasıtası ile akla ulaşarak onu aktif hale sokmaktadır, bu ulaşımı sağlamadan sorumlu olan ise Prana' dır.

Duyu organları tarafından algılananların akıl tarafından bilinmesi ve zihin tarafından değerlendirilmesi idrak olarak adlandırılır.

O halde bu ilişkiyi şöyle değerlendirebiliriz. İndriya  olarak adlandırılan duyu organlarının ardında Manas olarak adlandırılan aklın yer alması gibi, aklın arkasında da Sanskrit dilinde Buddhi olarak adlandırılan zihin yer alır. Aklın algıladıklarını değerlendiren, onlar hakkında kararlar veren, iyi - kötü, güzel- çirkin, faydalı - zararlı gibi ayırımlar yapan, ikilemler yaratan odur. Bu nedenle de aklın, zihin tarafından kullanıldığı kabul edilir ve akıl kullanılan  ( Karana )  olarak nitelendirilir. Zihin ise karar verici niteliğinden dolayı ( Karta )  yani iş yapandır. Zihin ancak kendisine verilenleri bilebilir, bir durumu daha evvel deneyimlediği benzer olaylarla, şimdiki durumu kıyaslayarak değerlendirir ve sonuca ulaşır.    

Duyu organlarımız tarafından algılanan Maya’ nın cazibesi aklımızın özgürlüğü önünde yıkılması kolay olmayan bir set meydana getirir. Düşüncelerin, isteklerin şekillenmesine, arzuların uyanmasına sebep olur. Bunların hepsi Yoga' nın spritüel yolunda ilerlemenin önünde engeller meydana getirir ve aşılması gerekir.

Zihin, akıl ile nasıl ilişki içinde ise  Ahamkara  olarak adlandırılan ego ile de o şekilde ilişki içindedir.

Sanskrit dilinde pek çok isimde olduğu gibi Ahamkara' da  birleşik isim halindedir. " Aham  ", ben “  ve “Kara  "  tasdik eden anlamını taşır. Buna göre Ahamkara kişinin içindeki ben duygusunun ifade edilmesi, ben' in tasdik edilmesi olarak anlamlandırılır. Dolayısı ile insanın davranışları, anlayışları, söyleyişleri ve düşünce şekilleri egonun denetimi ve desteği ile şekillenir.

Tüm bunların üzerinde ise  Chitta  olarak adlandırılan şuur yer almaktadır. Duyuların, aklın zihnin, dizginlerini elinde tutması gereken  Chitta' dır. Chitta denildiğinde hem kişinin şuuru, hem de şuuraltı ifade edilmektedir.

Yoga’ nın düşünce sistemine göre insanın içinde yer alan bu gün kaybolmuş ya da unutulmuş güçler,  bilim tarafından ortaya konulmuş insanın anatomik yapısından farklı bir anatominin öğrenilmesi, çözülmesi ve harekete geçirilmesi ile ortaya çıkartılmaktadır.

Bu nedenle, belki de Yoga ve meditasyon çalışmalarında ilk öğrenilecek olan, bu güne kadar öğrenilmiş olanların dışına çıkmak, bakış ve görüş açısını genişletmek, konsantrasyon kabiliyetini geliştirmek, her şeye karşılıksız sevgi ve sonsuz saygıyla bakarak evrensel düşünce sistemini kabul etmektir.

Yukarıda kişinin kendisine bakarak "  Ben kimim ?  " sorusunu kendisine yöneltmesi gerektiğini söylemiştik, kendi yapımızı daha iyi tanıyabilmemiz için bu sorunun cevabını ortaya koymamız gerekir.

 

B e ş     B e d e n   ( P a n c h a  K o s h a )

Yukarıda söylediğimiz gibi fiziksel ve ruhsal olarak saflığa erişebilmemiz için kendimizi tanımamız gerekir. Bunun ilk adımlarından bir tanesi de bizi kendimizi sorgulamaya götürür, bu sorgulama  Pancha Kosha olarak adlandırılan beş bedenden başlar.  Bu beş beden tanındığında her birinin Yoga yolunda ilerlemenin önünde engeller barındırdığı gerçeğine ulaşılır, beş bedenin disiplin altına alınması gerektiği ortaya çıkar ve bu beş bedeni aşmak için çaba sarf edilir.

Sonra aklımızda sorular gelişir.

 " Biz kimiz ?....  Biz neyiz ?.... "        

Hemen hemen hepimiz içinde bulunduğumuz durumdan şikâyet ederiz, buna bağlı olarak sorularımızda çeşitlenir.

" Neden telaşlıyız ?... "

" Niçin bu dünyada huzur bulamayız ?... "

" Çektiğimiz çileler, acılar sahiden çekilmesi gerekenler midir ?... "

" Kaderimiz bu mudur, değiştirilemez mi ?... "

İçinde bulunduğumuz durumdan çıkmanın yollarını ararız ama pek de kolay bulamayız. Çünkü, her bulduğumuz yol arkasında egonun yer aldığı, alışkanlık haline getirdiğimiz arzu ve isteklerimizle süslenmiştir. Belki bir gün farkına varırız ki içine düştüğümüz çıkmaz, bilgimizin eksikliğinden ya da bilgimizi doğru kullanamamaktan kaynaklanmaktadır, Belki de Yoga' nın bize öğrettiği yoldan haberimiz yoktur, ya da bu yolun inceliklerini bir türlü aklımıza getirip uygulayamayız.

Günümüz teknolojisi ile kılı kırk yararak fiziksel bedenimizin derinliklerine inebilmek, hücre yapımıza, kromozom yapımıza kadar kendimizi tanıyabilmek mümkündür ama spritüel bedenimiz hakkında bu gelişmiş teknoloji bize yeterli bilgiyi verememekte sorularımıza ve sorunlarımıza tatmin edici cevaplar üretememektedir.

Binlerce yıl evvel ortaya konulmuş olan Yoga' nın düşünce sisteminde bu konuya yaklaşılır. Kişi sorularına cevap bulabilmek için önce kendi varlığını çözebilmelidir.  Kendi varlığını çözebilmek içinde en görünür olandan, yani beş duyu organımız ile algılanabilen fiziksel bedenimizi tanımakla işe başlamalıdır. Arkasından hemen şunu akılda tutmanın gerekliliğini söyler. Daha evvel bizimde değindiğimiz gibi, beş duyu organımız sadece kendi algılayabildiklerini bize duyurur ve yanılgılara tamamen açıktır.

Günümüz teknolojisi ile de bakılsa, beş duyu organımız ile de fark edilse ortaya konulan sonuçlar bize bir şeylerin eksik olduğunu hatırlatır, sadece fiziksel bedenden ibaret olmadığımızı anlatır. Fiziksel varlığımızın yanında muhakkak birde içsel varlığımızdan, ruhumuzdan, şuurumuzdan bahsetmemiz gerekir. İşte  Yoga' nın felsefi düşüncesinde  bu  Atman – Vidya’ dır, yani "  kişinin kendi yüce varlığını bilmesi  " .

Bu ortaya konulduktan sonra kişinin kendi varlığını çözebilmesi için fiziksel bedenini tanıması yanında, içsel çalışmalar yaparak özünün derinliklerine inip onu da tanımasının gerekliliği anlaşılır.

Bahagavad Gita insanın benliğini örten üç kılıftan bahseder. Bunları kabadan inceye doğru sıraladığımızda  şöyle diyebiliriz.

Fiziksel beden diye algılayabileceğimiz  Karana Sarira         

Akılsal beden diyebileceğimiz Jihva Sarira

Süptil beden diyebileceğimiz Linga Sarira, bu beden ( Sukshma Sarira ) olarak da adlandırılır.

Bunlara Turiya Sarira olarak adlandırılan dördüncü bir beden daha ilave edilir. Bu bedenin ancak meditasyonda ulaşılan Samadhi durumunda ortaya çıktığı kabul edilmektedir.                                                                                                      

Birlik duygusunun oluşabilmesi için beş bedenin tanınması ve bu beş bedenin aşılması gerektiğinden bahsettik. Şimdi bu beş bedenin Yoga’ nın düşünce sistemine göre neler olduğunu anlamaya çalışalım. Doğal halimizin nasıl bozulduğunu ve arzularımızın Yoga yolunda ilerlememize nasıl engel olduğunun farkına varalım.

Kaba fiziksel bedenin ardındakileri görebilmek, kişinin kendi iç benliği ile ilgili sorularına cevap bulabilmesi anlamına gelir. Upenishad' larda bu,  kişinin içsel yapısını çözerek  Pancha Kosha  olarak adlandırılan, var oluşun beş katmanına açıklık getirebileceği şeklinde anlatılmaktadır. Yoga' nın içsel çalışmalarında bu beş beden ( kılıf ) tanınıp çözülerek mikro kozmik ve makro kozmik yapılara ait bilgi deneyimlenmeye çalışılır.

Beş beden şu şekilde basamaklandırılır.                                                                                                  

1 =  Annamaya  Kosha       Fiziksel beden

2 =  Pranamaya  Kosha     Enerji bedeni

3 =  Manomaya Kosha      Akılsal beden

4 =  Vijnanamaya Kosha   Zihinsel beden

5 =  Anandamaya  Kosha   Mutluluk bedeni

 

Taittiriya Upenishad' da bu konu öğrencinin, öğretmenine sorduğu  " Var olmanın sırrı nedir ? "  sorusu ile başlar. Öğretmenin buna verdiği cevap çok kısadır. O, talebesine sadece kendisine bakmasını söyler.

Öğrenci bu öneriyi değerlendirir, kendisine bakar ve hemen bir karar verir. " Ben organlardan ve uzuvlardan meydana gelmiş bir varlığım " der.

Öğrencinin yaptığı gibi bizlerde kendimize ilk baktığımızda fiziksel bedenimizin     ( Annamaya Kosha ) farkındalığına varırız. Çünkü o, beş duyu organımızla iç içedir ve onlar tarafından ilk algılanan, en kolay algılanan olması doğaldır. Aynaya baktığımızda onu görürüz, ona dokunabiliriz ve onunla her an ilişki içindeyizdir. Belki de bu ilişki onu bizim için önemli ve değerli yapar, buna toplumun ve egonun etkisini de kattığımızda diğer bedenlerimizin varlığı fiziksel bedenimizin gölgesinde kalır. Yoga' nın düşünce sisteminde fiziksel beden, bizim bu ismi ilk duyduğumuzda algıladığımızdan biraz farklı olarak düşünülür. Annamaya Kosha, etimizden, kemiğimize, beş duyu organımızdan salgı bezlerimize ve tüm vücut fonksiyonlarımıza kadar her şeyi kapsamaktadır.

Yine burada Yoga' nın düşünce sistemine göre fiziksel beden kavramını biraz daha açalım. Bedenimiz bize bu yaşamda kullanmamız için geçici olarak verilmiş bir armağandır, hiçbir kalıcılığı yoktur. Doğacak, büyüyecek, yaşlanacak ve ölecektir. Yanılgı içinde olan kişi fiziksel bedeninin büyüsüne kapılır, özelliklede toplum içinde beğenilmemek kaygısı ile görüntüsünün bozulmasını önleme çabaları içine girer. Bu  Abhinivesa  olarak adlandırılır. İçsel çalışmalarda belirli bir gelişim sağlandığında fiziksel bedenin bizim için sadece bir taşıyıcı olduğu daha iyi anlaşılır ve önemsizliği ortaya çıkar.  Bu, fiziksel bedenimizi ihmal etmemiz anlamını doğurmamalıdır. İçsel çalışmalarda ilerleyebilmemiz ve istediğimiz noktaya ulaşabilmemiz fiziksel bedenimizden uzun yıllar en iyi şekilde faydalanabilmemiz için onu korumamız, eğitmemiz ve en doğru şekilde kullanmamızın gerekliliği çeşitli metinlerde vurgulanır.

Bu konuda kısaca şunu söyleyebiliriz. Fiziksel bedenimizin bize verdikleri ve bizden istedikleri amaç olmamalı, onun istenilen hedefe ulaşmak için bir araç olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Öğrenci bu bulgusunu öğretmenine açıkladığında, öğretmen biraz daha düşünmesini, kendi içine doğru bakmasını söyler.

Öğrenci biraz daha düşünür, fiziksel bedenini bir daha gözden geçirir ve anlar ki fiziksel bedenin arkasında fonksiyonlarını koruyup, devam ettirebilmesi için bir başka güç saklıdır. O zaman fiziksel bedeninin canlılığını koruduğu sürece kendisinizde bu dünyada varlığını devam ettireceğini anlar.. Fiziksel bedenin canlılığı sona erdiğinde, O' da artık orada olmayacaktır.

O halde fiziksel bedenin arkasında olan nedir ?... Bu, ona yaşam veren, ilk bakışta görülmeyen bir başka güç olmalıdır.

Kısa sürede onu da bulur.

Bu,  Pranamaya Kosha yani enerji bedenidir.

Taittiriya Upenishad' da bu  " fiziksel bedenden daha süptil ve üstün olan Prana oradadır "  diye izah edilir.

" Evrensel yaşam enerjisi "  olarak algılayabileceğimiz Prana bütün hayati fonksiyonlarımızın, fiziksel bedenimizin ( Annamaya Kosha ), beş duyu organımızın( indriya ) arkasında yer alır. Tüm organlarımız onun sayesinde işlevlerini yerine getirirler. Onun sayesinde yürürüz, düşünürüz, konuşuruz, onun sayesinde yaşamımıza devam ederiz. Prana olmadan fiziksel bedenimiz hiçbir şey yapamaz, vücudumuz üzerindeki desteği kesildiğinde ise yaşam fiziksel bedenimizi terk edecektir.Prana' nın vücut içindeki varlığı kendi başına fark edilemez, ancak dikkatli bir bakış, nefes alıp vermenin ardında Prana' nın olduğu gerçeğini hemen kavrar. Fiziksel bedenimiz ve nefesimiz üzerine yaptığımız çalışmalarla Prana enerjisini daha iyi tanımak ve his edebilmek mümkün hale gelir.

Fiziksel bedenimizi gevşeterek, nefes alıp vermelerimizi düzenli ve sakin hale sokarak, fiziksel beden seviyesinden bir üst seviyeye çıkma çalışmaları yaptığımızda, olasılıkla ilk deneyimlerde uyku ( Nidra ) bizim en büyük düşmanımız olacaktır. Uykuya yenik düşmeden şuurlu halimizi devam ettirebildiğimizde Prana seviyesine ulaşılır. Burada deneyimleyeceğimiz olasılıkla Prana' nın dengesi ve buna bağlı olarak sakin zihinsel aktivitelerdir........

Prana tüm evreni kaplayan bir enerjidir, farklı isimlerle adlandırılsa da tekdir ve aynıdır. Mukhya-Prana ( İlk Enerji ), Samasti-Prana ( Tüm Enerji ) gibi isimlerle anılır. Bu enerjiden nefes yolu ile, yada diğer yollarla alarak kendimize mal ettiğimiz enerji ise Vasthi-Prana  olarak adlandırılmaktadır.

Öğrenci, bu bilgisinide öğretmenine götürür. Fiziksel bedenin arkasında olan, ona hayat veren  Pranamaya Kosha'  nın, yani enerji bedeninin yer aldığını söyler. Öğretmenin yanıtı ise bunu kabul etmekle beraber, öğrencisine daha içe bakmasını öğütlemek olur.

Öğrenci çalışmalarına devam eder, kendisini yeniden sorgulamaya başlar.

Fiziksel bir bedeni vardır, bunun arkasında onu destekleyen, hayat veren enerji bedeni bulunmaktadır. Bu ikisi yan yana olduğunda bakılanın görülmesi, dokunulanın his edilmesi, duyulanın anlamlandırılması yani beş duyu organının çalışması doğaldır ama bakıp da görmediği, dokunup da his edemediği, duyup da algılayamadığı zamanlar gelir aklına. İşte o zaman  Prana' nın arkasında da bir güç olabileceğini düşünmenin gerekliliğini anlar. Fark eder ki onun arkasında yönetici ve şekillendirici olarak duran akıl  ( Manas )  bulunmaktadır. Bu noktaya eriştiğinde öğrenci yeni bir karar verir. " Ben Manomaya Kosha' yım "  yani, ben akılsal bedenim der.  " Aklım buradaysa bende buradayım ".

Düşündüğümüz, fikirler ürettiğimiz, indriya olarak anılan beş duyu organımızdan gelen uyarıları değerlendirdiğimiz her an bu bedenimizle ilişki içindeyiz demektir.

Sanskrit dilinde  Manushaya  insan anlamına gelmektedir, bunun kökü Manas' dır ve akıl demektir. Aklımızı aktif hale getiren ise beş duyu organımızdan akılsal bedenimize ( Manomaya Kosha ) ulaşan algılamalardır. Akılsal bedenimiz, bu açıdan bakıldığında duyu organlarımızın esiri halindedir, çünkü onlardan gelen algılamalara tamamen açıktır.                      

Düşündüğümüz sürece aklımızla ilişki içindeyiz demiştik.

Düşüncelerimizin karakteri Yoga' nın sistemi içinde üç başlık altına değerlendirilir. Bu daha sonra başka bir konu içinde değerlendireceğimiz Tamas, Rajas ve Sattva ( Trya - Guna ) karakterleridir.

Aklımızla iç içe olmamız bu düşüncelerden hangisi ile meşgul olduğumuza bağlı değildir, sadece düşünmek aklımızla iç içe olmamıza yetmektedir.

Aklımız, kendisinden daha kaba olan Prana' nın arkasındadır ve ona hükmedebilme özelliğindedir. Olaya bu açıdan bakarsak, akıl ile nefes arasında, Prana ile fiziksel beden arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu anlarız. Buna en güzel örnek sinirlendiğimizde veya korktuğumuzda nefes alış verişimizin hemen değişmesini gösterebiliriz. Böyle zamanlarda nefesimiz sıklaşır, daha yüzeysel bir hal alır, içimizdeki Prana enerjisinin dengesi bozulur, aklımız karışır, sakinliğini kaybeder. Bunlar hep birbirini tetikleyen olaylardır. Bu izlenimin aksini de söylemek ve yaşamak da mümkündür. Nefes alışlarımızı sakinleştirdiğimizde, yavaşlattığımızda Prana' nın dengesinin kurulduğunu, aklımızın karışık düşüncelerden kurtulduğunu sakinliğe doğru yol aldığını fark ederiz.

Her ne kadar akılsal bedenimiz, enerji bedenimiz ve fiziksel bedenimiz iç içe olsa da, akılsal bedenimizin olmadığı yerde fiziksel bedenimiz ile enerji bedenimizin varlıklarını devam ettirdiklerini göz ardı etmemek gerekir. Buna en basit örnek de koma yada bitkisel hayat gibi isimlerle andığımız şuursuzluk durumudur, hatta derin uykuyu da bunların arasına dahil edebiliriz.

Öğrenci yeni bulgusunu öğretmenine götürdüğünde onun eski önerisini tekrarladığını görür ve aklın ötesinde ne olduğu sorusuna cevap aramaya başlar. Fark eder ki aklın bir konu üzerinde yoğunlaşabilmesi için zihnin komutlarına, yönlendirmesine ihtiyacı vardır. Bunu anladığında öğrenci hemen karar verir. " Ben Vijnanamaya Kosha' yım " , zihinsel kişiliğim der.

Zihnimiz yapılması gerekenle yapılmaması gerekeni ayıran, yapılanın doğru ya da yanlış olduğuna karar veren, kişisel aktivitelerimizden sorumlu tutulan aklımızın yöneticisidir.

Zihnimiz, bizim ona verdiğimiz deneyimlerle, başkasından aldığı tavsiyelerle, toplumun koyduğu kurallarla sınırlı olarak bizim onu eğittiğimiz şekilde aklımızı yönetir. Zihnimizi eğitmemizin önemi, burada bir kere daha anlaşılır.

Aklımızın arkasındaki güç zihindir dedik. Burada klasikleşmiş pek çok yerde örnek olarak gösterilen hepimizin başına gelen bir örnek verelim. Bu örnek aklımızla zihnimizin ilişkisini daha iyi ortaya koyacaktır.

Trafikte kırmızı ışık yandığında dururuz, gözlerimiz ışıktadır, kısa süre sonra farkına varmadan  zihnimiz bir başka mevzu üzerinde odaklanmıştır, aklımızıda peşinden sürüklemiştir, planlar yapmaya başlamıştır. Oysa gözlerimiz hala ışığı görmekte fakat bunu yeteri kadar algılayamamaktadır. Ancak dıştan gelen bir uyarı olduğunda zihin olayın farkına varır, aklımızı yeniden ışığı fark etmeye, içinde bulunduğumuz durumu değerlendirmeye yöneltir ve biz o anın farkına varırız, kırmızı ışığın sönüp yeşil ışığın yanmış olduğunu görürüz, sonrada dalmışım deriz.

Öğrenci yeni başarısını öğretmenine söylediğinde." Ben Vijnanamaya Kosha' yım "  yani zihinsel bedenim dediğinde yine aynı öneri ile karşılaşır ve yeniden içsel olarak kendisini incelemesi, zihinsel kişiliğinin ardındaki gücü bularak ortaya çıkarması gerektiğini anlar.

Zihinsel bedenimizin ardında olan nedir ?

Hemen ardından ikinci bir soru soralım

Sizi üzecek eylemler yada düşünceler içinde bulunmak istermisiniz?

Buna cevabınız doğal olarak  " Hayır "  olacaktır.

Tüm eylemlerimizin ve düşüncelerimizin arkasında sonuçlarının bizi mutlu edeceklerine olan inancımız yatar. Bizi mutlu eden şeyleri yapmaktan da haz alırız, haz aldığımız şeyleri tekrarlamak hoşumuza gider. Düşüncelerimizi, eylemlerimizi incelediğimizde sürekli aradığımızın, özlediğimizin, bulmaya çalıştığımızın mutluluk ( Mudita ) olduğunu anlarız. Tüm yaşantımız ona ulaşmak içindir. Bunun üzerinde düşündüğümüzde, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, mutluluk ve onun özlemi tarafından yönetilmekte olduğumuz gerçeğini kavrarız.

Upenishad' larda insanın doğal durumu olarak bahsedilen mutluluk  Anandamaya Kosha' dır. Ananda, herhangi bir şarta ve şekle bağımlı olmayan haz ya da mutluluk duygusu olarak tarif edilir.

Dış etkenlerden meydana gelen mutluluk zıtlıklara bağlı değildir. Örneğin;  ses ya da sessizlik, güzellik ya da çirkinlik, iyilik yada kötülük, kişisel tercihlerimize göre bizim mutluluk duygumuzu tatmin edebilir. Burada daha evvel bahsettiğimiz düşüncelerimizin karakterlerini,  Rajas, Tamas ve Sattva' yı da göz önünde bulundurmamız gerekir. Kimimizi  Tamas, kimimiz Racas, kimimizi de Sattva mutlu edecektir.

Daha evvel söylediğimiz gibi bizler beş duyu organımızın ( İndriya ), egolarımızın ( ahamkara ), hafızamızın ( smriti ) esiri halinde yaşamaktayız..  Zihnimiz belli kurallar çerçevesinde bizim onu eğittiğimiz sınırlı şekli ile aklımızı yönetmektedir. Sınırları çizildiğinde ise zihinsel seviyede bir özgürlükten bahsedilemeyeceği ortadadır. Bu sınırlar zihnimizin özgürlüğünün önünde engeldir, özgür olamayan zihinde kendi doğal yapımız olan mutluluğu yakalayamaz.

Zihinin özgür halini günümüz şartlarında yakalayabilmek oldukça zordur. Buna ulaşmak için Yoga yolunda ciddi bir eğitime ihtiyaç duyulur, ancak deneysel olarak derin meditasyonla, ya da doğal olarak huzurlu bir uykuyla bu mutluluk duygusu yakalanabilir. Bu durumlarda zihin zincirlerini kırar, kendisini dış etkenlerden kurtarır, düzenli yapılan Meditasyon çalışmalarıyla mutluluğu yakaladığı içyapısına döner. Yoga ile terbiye edilmiş beş beden, kazanılan bu mutluluğun sürekliliğini sağlamada yol gösterici ve yardımcıdır.

Taittariya Upenishad' da öğrencinin aklına şöyle bir soru gelir.  " Esas doğal yapımız  şarta ve koşula bağlı olmadan duyumsanacak ve yaşanacak Mudita olarak adlandırılan mutluluksa, ben neden mutluluktan bu kadar uzağım ?  "

Bu sorunun cevabını bulmak için önce çevremize bakmamız, kendimize bir soru sormamız gerekir.

Biz ne kadar doğalız …?

Kuşlara bakarız, doğal yapıları uçmaktır. Balıklara bakarız, doğal yapıları yüzmektir. Çiçeklere bakarız, doğal yapıları açmaktır.

Kendimize bakarız, bizim doğal yapımız nedir ?.

Bozulmadan kalabilmişmidir ?..

Buna iyimser bir cevap verebilmek maalesef mümkün değildir, ancak çocuklarda bu doğal yapıyı görebilmek hala mümkün olmakta ise de gün geçtikçe doğal yapıdan kopma yaşı da aşağıya çekilmektedir.

Çocuklar yürürken, koşarken hatta düşerken bile doğaldırlar, ard düşünceleri, sınırları ve kaygıları yoktur. Yemek yerken, yutmayı oyun haline getirirler.  Sakin bir akla sahildirler, günlük kaygı ve streslerden uzak, mutludurlar.

Annenin  " yemeğini ye "  feryatları belki de ilk mutluluğu bozandır. Çocuk annenin bu tutumu karşısında hızla tanışır. Anneyi memnun etmek ya da feryatlarından kurtulmak için kendisini hızla yemek yemeye alıştırır. Büyüdükçe hızlı yemek yemek için bahaneler artar, muhakkak yapılacak bir işi ya da yetişilecek bir yeri vardır.

Çocuğun Prana' sı denge içindedir. Oyuncaklarına dalınca saatlerce onlarla oynar kendisini mutlu his eder. Yaptığı işin düzenine değil kendisine mutluluk vermesine odaklanır. Yaşı ilerlediği zaman çevresinin de etkileri ile mükemmeliyetçiliği gelişir, yanlış yapmaktan korkar olur, sakinliği kaybolur yerini endişe alır, mutluluğu uçup gitmiştir.

Yine yaşı ilerledikçe sahip olduğu eşyaların varlığından haberi olur ben ve benim duyguları gelişir, sahip olduklarını kaybetme korkusu içine düşer, elde etmek istediklerine ulaşmaya çabalar. Egosunun acımasız çarkı içine düşmüştür, içsel dengesi bozulur, Prana' nın sabit dengesi kaybolur, bu kayboluş onun mutluluğunu da peşinden sürükler... Artık o toplumun bir ferdidir, kurallar içinde yaşayacak onların arasında kaybolacak kendi doğal halinden uzaklaşacaktır. Hele günümüzde uygulanan yarışmacı ve acımasız sistemin, yine acımasız çarkları mutluluk duygusunu un ufak etmekte, doğal mutluluktan bahsetmeyi olanaksız kılmaktadır. Artık mutluluk başkasının sahip olduğuna sahip olmak, bir başkasından daha lüks içinde yaşamak, bir başkası üzerinde baskı kurmak gibi dünyasal kavramların egoyla paralellik içinde olanları üzerine yoğunlaşmakta, sanal mutluluklar yaratılmaktadır.

Doğuş da sahip olduğumuz mutluluğumuzun ellerimiz arasından kaçıp gitmesinin macerası budur. Maalesef biz onu kolayca kaybederiz, kıymetini bilemeyiz, kaybettiğimiz zamanda kolay kolay geriye getiremeyiz. Sonradan kazandıklarımızın bizim için daha değerli olduğunu düşünerek yaşantımıza devam ederiz, hatta doğal durumumuzun bu olmadığını fark bile etmeyiz, sadece özlemini çekeriz.

Bu konuyu ortaya koymak için şöyle bir fıkra anlatılır.

Zengin bir adam ormandan geçerken eşkıyalar yolunu kesmiş. Bilindiği üzere  "Ya canını, ya malını almaya geldik" diyerek zengin adamı tehdit etmişler. Zengin adam durmuş düşünmüş. " Ben bunları kazanabilmek için ne kadar çok çaba sarf ettim bilemezsiniz, böyle bir sözünüzle onları size vermek doğru gelmiyor "  demiş ve ardından ilave etmiş  " Siz benim canımı alın, o zaten bana bedavadan geldi ".

İşte Yoga, bilinçli şekilde bizim içinde olduğumuz durumdan doğal durumumuza dönmemiz için yaptığımız çalışmalardır. Bu çalışmalarla beş bedenimizde meydana getirmek istediğimiz etkileri şöyle özetleyebiliriz

Annamaya Kosha olarak anılan fiziksel bedenimizin rahat ve gevşek olması, Pranamaya Kosha olarak anılan enerji bedenimizin yavaş ve ritmik olması, Manomaya Kosha olarak anılan akılsal bedenimizin sakin, rahat ve dengede olması, Vijnanamaya Kosha olarak anılan zihinsel bedenimizin bilgelikle diğer bedenlerimiz arasında istenilen dengeyi kurulması. Anandamaya Kosha olarak anılan mutluluk bedenimizin bizim gerçek mutluluğu yakalayabilmemizi sağlaması.

Kişinin kendisini tanıması, beş bedenini aşması onu evreni algılaması için bir adım üste taşır. Bu sefer içinde yaşadığı Prakriti  olarak adlandırılan doğanın ne demek olduğunu anlama çabaları içine girer. Bunun içinde atılacak ilk adım yine kendisine bakmasıdır. Yaşam fonksiyonunu gerçekleştirebilmesi için   Prana  adı ile anılan evrensel yaşam enerjisinin varlığını duyumsar. Prana her yerde, her şeyde olan tek enerjidir. Bizim yaşam fonksiyonlarımızı gerçekleştirmemize neden olduğu gibi tüm canlıların ve cansızlarında arkasında yer almaktadır. Bunu fark eden kişi, diğer insanlarla, kuşlarla, böceklerle, çiçeklerle, ağaçlarla kısacası tüm doğa ile bir olduğunun farkına varır. Onlarla ilişkisini düzenler, onlara zarar vermenin kendisine zarar vermek olduğunu anlar, dünyanın uyumunu, dengesini ve bunların ardındaki büyük gücün varlığını kavrar. Kendisini bu uyum ve dengenin içinde bir damla olarak görür, evrensel düşünebilmeye doğru bir adım atmış olur.

Doğa ile bir olunduğunun anlaşılması, kişinin yeni bir düşünce şekline sahip olmasıdır. Yeniden  Atma - Vichara  olarak adlandırılan içsel araştırmalarına döner ve beş bedeninden farklı  bir  " ben' i "  ortaya çıkartır. Bu, kişinin  Atma - Sakshatkara  yani içsel farkındalığa ulaşmasıdır. Kendi içinde bulduğu şey ise en içte yer alan Atman ya da  Purusha  olarak adlandırılan şuurdur.                                                          

             Ş  U  U  R    ( P  U  R  U  S  H  A )

Elle tutulamayan, gözle görülemeyen, maddesel değeri olmayan şuuru sorgulamaya başladığında kişi kendisini evrensel düşüncenin içinde bulur ve düşüncelerini geliştirerek kendi hayat enerjisi olan  Vasti - Prana' nın kaynağına ulaşmaya çalışır, bu  Samasti - Prana , tüm evrenin enerjisidir. Bunu fark ettiğinde kendisininde bu enerjinin bir parçası olduğunu anlar ve böylece evrensel düşünmeyi öğrenir. Bu, kişinin kendi ruhsal yapısını ve hayat enerjisini evrenin enerjisi ile birleştirmesi, bir tutması anlamına gelir.

Bu birleşmeler gerçekleştikçe adım adım evrenin kapıları onun önünde açılacaktır ve evrenin ne olduğuna dair sırlar his edilebilir hale gelecektir. Bu kişinin evrenle bir olması, Prakriti' yi aşarak  Param - Atman' a  ulaşmasıdır.

Kişi içsel çalışmalarını tamamladığında, algılarını özümseyebildiğinde, evrensel süptil güçleri tanıması, anlamlandırması ve hatta onları kullanabilmesi mümkün görülmektedir.

Yoga çalışmaları ile disiplin altına alınmış beş beden, kazanılan bu mutluluğun sürekliliğini sağlamada yol gösterici ve yardımcıdır. Baskılardan ve şekillerden kurtularak şuurun serbest kalmasına olanak tanımak gerekir.

Y a ş a m ı n   G a y e s i

Kişi yaşam süresi içinde kendisine yön veren duyu organlarını ( İndriya ) ve  beş bedenini ( Pancha Kosha ) tanıdıktan sonra spritüel yolda ilerlemek için çalışmalara başlamadan önce kendisine bir soru yöneltmelidir.

Yaşamımın gayesi nedir?... Ne olmalıdır ?

Bizler, genelde egomuza yenik düşerek kendimizi sorgulamak yerine başkalarını sorgulayarak onları kendi kriterlerimize ve düşünce yapımıza uygun olup olmadıklarına göre  değerlendirme çabası içinde oluruz. Oysa karşımızdaki kişiler hakkında karar vermek yerine kendimizi değerlendirmek ve içsel yapımızı çözmek, yapmak istediklerimizi ortaya koymak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Egonun baskılarından kurtulmuş tarafsız düşünebilen bir yapı ile bu gerçekleştirildiğinde muhakkak ki alınacak sonuçlar tüm yaşantımızı olumlu yönde etkileyebilecek ve bizlere ne olması gerektiğini, hangi noktada olduğumuzu anlatacaktır.

Yoga’ nın düşünce sistemine göre insanlar yaşamdaki gayelerine göre üç sınıf halinde değerlendirilirler. Bu şekildeki değerlendirmede ilk sırayı cehalet içinde olanlar alır. İkinci sırayı meydana getirenler ise arzularına yenik düşenlerdir. Üçüncü sırada olanlar erdemlilik içinde olarak adlandırılırlar.

Cehalet içinde olan kişiler yaptıkları işin önemini ve hassasiyetini kavrayamayanlardır. Bu kavrama eksikliğine bağlı olarak ihmalcilik ve suiistimal içinde olurlar. Kişisel zevk ve çıkarlarını korumayı ön planda tutarlar, menfaatlerinin gerçekleşmesi için başkalarını zarara uğratmaları, kendileri için bir anlam ifade etmez. Elde ettikleri maddi servetlerini kendi amaçları için kullanırlar. Eğer elde edebilmişlerse ruhsal gelişim ile ortaya çıkan gücü kötü amaçlarla kullanmaktan çekinmezler.

İsteklerine yenik düşenler, ihtiras içine olanlar ve bu düşüncelerini yaşamlarına yansıtılanlardır. Yaptıkları tüm işlerde kendi çıkar ve menfaatlerini kollarlar, servetlerini ve güçlerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanırlar, kendilerini tatmin eden, zevk veren maddi varlıklarına katkıda bulunan her şeyi yapmayı kendilerine hak olarak görürler ve bu konuda karşılarındaki kişilerin zaaflarından istifade etmekten de çekinmezler.

Erdemlilik içinde olanlar yaptıkları işlerde titiz davranırlar, menfaat elde etmeyi düşünmezler, çevrelerindeki kişilerin çıkar ve menfaatlerini gözetirler, maddi zenginliklerini toplumun yararına kullanmaktan hoşlanırlar. Manevi zenginliklerini ise paylaşarak diğer kişilerin manevi yönden gelişimini teşvik etmekte, ufuklarını genişletmekte yardımcı olmaya çalışırlar. Kendileri için istedikleri akıllarının ve ruhlarının özgürlüğüdür, bunun için Moksha kavramına ulaşmaya çabalarlar.

Burada kendimize sorduğumuz soruyu yineleyebiliriz.

Bu veya buna benzer bir soruyu topluma yönelttiğimizde alacağımız cevapların birbirinden çok farklı olacağını herhalde hepimiz tahmin edebiliriz. Tüm farklılıklara rağmen bu cevaplar arasında ortak noktaları bulmak da mümkün olacaktır. Bu ortak noktalar üzerine eğildiğimizde de onların dünyasal kaygıları yansıttığını hemen fark edebiliriz. Bunun nedeni Maya' nın büyüsüne kapılarak, yaşamın karmaşık yollarında farkında olmadan acılar çekerek yürümeyi sürdüren ve bundan haz aldığını düşünen, başka hiçbir gaye güdülmeden ihtiraslarına, tutkularına ve dünyasal yaşamın nimetlerine sarılarak bunu devam ettirilmekte olmasındandır.

Yoga Yolunda Hakkıyla Yürünülmesi İçin Gaye Edinilmesi gerekenler

                            P  u  r  u  s  h  a  t  h  a

Yoga' nın penceresinden baktığımızda kişinin spritüel yolda yürüyebilmesi için 4 ayrı başlık altında toplanmış  ve Prushatha  olarak adlandırılan kavramların gaye edinmesinin gerekliliğinden bahsedildiği görülür. Bunlar basamaklar halinde sıralanıp öğrenilmesi, uygulanması ve hatta aşılması gereken kavramlardır. Bu başlıkları alt alta yazarsak ;

1 ::  Dharma

2 ::  Ardha

3 ::  Kama

4 ::  Moksha,  başlıkları ile karşılaşırız.

 

DHARMA  :::   Dharma, kelime olarak pek çok yerde karşımıza çıkmaktadır, burada evrenin düzenini oluşturan kavramları nitelemek için kullanılır. Bu kanunlar hakkında bilgilenilmeye başlanıldığında, insanın manevi niteliğinin temelini oluşturan doğru davranış kuralları olduğu kabul edilebilir. Ancak, kişinin yaşam gayesi de bu kurallara ters düşmeyecek şekilde hayatına bir yön vermesi olmalıdır. Çevremize baktığımızda kişilerin zihinsel gelişmesi, zeka seviyesi, algılama ve değerlendirme kabiliyeti, içinde yaşadığı toplumun yapısı ve baskısı, aile yapısı gibi pek çok etkenden bir ya da bir kaçının düşünce yapısı üzerinde etkili olması ile istenilenin dışında kişiselleştirilmiş farklı doğruların ve kuralların ortaya çıktığını görmekteyiz.

Dharma basamağında ilk adım Purushatha Dharma' dır. Kısaca kişinin sorumluluklarına sahip çıkması, üstlendiği görevleri ihmal etmeden yerine getirmesi olarak anlaşılabilir. Bu olmadan ahlaki ve spritüel yoldan yürünemeyeceği önemle vurgulanır, hatta üstlenilen görevin yerine getirilmesinde kişinin erdemlilik içinde olması gerektiğinin altı önemle çizilir.

ARDHA :::   Purushatha, yani hayatın gayesi içinde değerlendirildiğinde Ardha servet anlamına gelir. Kişinin yaşamında elde ettiği maddi ve manevi kazanımları ifade eder. Yinede burada maddi servetten çok manevi servet kastedilmektedir. Kişi elde ettiği manevi kazanımlarının, bilgi birikiminin paylaşmak için gönüllü olmasını ifade eder. Bu paylaşım erdemlilik ve muhakkak ki sabır gerektirir. Kişi bu sabrı göstererek birikimlerini paylaştığı ölçüde spritüel yolda ilerlediğini fark edecektir.

KAMA :::   Yapılan işlerden zevk alma, haz duyma anlamında kullanılan bir kelimedir. Bir şeyi sevmezseniz benimseyemezsiniz, benimseyemediğiniz şey sizin olmaktan çıkar ve ona sahip olamazsınız. Oysa yapılan işi sevdiğinizde ve benimsediğinizde ona sahip çıktığınızı hemen fark edeceksiniz. Başarıya ulaşmak için tüm çabanızı şikâyet etmeden ortaya koyduğunuzda bunun karşılığında size mutluluk olarak döndüğünü muhakkak fark edeceksiniz.

MOKSHA :::    Aydınlanmaya ulaşmış olan kişinin gücü olarak kabul edilir. Ruhun iç benliğin baskılarından kurtularak özgürleşmesini ifade eder. Bu dünyaya ait kalıcılığı olmayan duyumsamaların, duyguların ve düşüncelerin Maya olduğunu anlayan ve bunu kabul eden kişi ihtiraslarından ve cehaletinden kurtulmak için kendisini bunlara bağlayan zincirlerini kırmaya başlar. Bu silkeleniş onu özgür bir akla ve özgür bir ruh haline ulaştırır. Bağımlılıklarından kurtuldukça özgürlüğü artar, içsel çabalarının daha iyi sonuçlar verdiğini, dünyasal yaşamının daha saf, temiz ve mutlu olduğunu fark eder.

Özgürlük ve Güç

İsterseniz burada durup Yoga felsefesine göre özgürlüğün ne anlama geldiğine kısaca bakalım. Özgürlük denildiğinde hepimizin ilk aklına gelen kişinin tüm baskılardan kurtulduğu, canının istediği her şeyi hiçbir engelleme ile karşılaşmadan yapabildiği, sınırların sorumlulukların ve uyulması gerekli kuralların olmadığı bir ortam olur.Oysa bu, Yoga felsefesine göre özgürlük değildir. Kişinin duygularına, düşüncelerine, arzu ve isteklerine boyun eğmesi ve onların esiri olması anlamını taşır. O halde Yoga’ nı düşüncesine göre özgürlük ve güç nedir ? sorusunu sorarak buna cevap arayabiliriz.

İlk önce güç kavramına bakalım. İlk aklımıza gelen adale gücü, zihin gücü gibi dünyasal nesneler üzerinde hâkim ve kuvvetli olduğumuzu ortaya koyan kavramlar olacaktır. Oysa Yoga’ nın düşünce sisteminde bunların hiçbirisi güç olarak kabul edilmez, zihinsel güç önemlidir, fakat o da zirveye oturtulmaz. Ulaşılması istenilen ve arzu edilen güç kişinin tüm yönleri ile kendisine hâkim olması, kendisini kontrol edebilmesi ve ben duygusundan sıyrılmasıdır. Bu gücü ortaya çıkarabilmek ve ona sahip olabilmek için algıların, duyguların, isteklerin, arzuların hâkimiyet altına alınmış, Maya’ nın etkilerinden kurtulmuş olmak gerekir. Bu  Vairagya  olarak adlandırılır.

Kişinin bu hâkimiyete sahip olması zorlamalarla ve birdenbire gerçekleşebilecek bir tavır değildir, kademesel olarak yavaş yavaş ilerlenmesi gereken bir yol şeklindedir. Arzuların ardındaki gerçeklerin bilinmesi, kişinin kendi dışsal ve içsel yapısını tanıması, çözümlemesi bu yolda ilerlemeyi kolaylaştırır. En önemlisi de başarıya ulaşmak için içten gelen, kalben desteklenen istektir. Kişi bu konuda olan inancını asla zaafa uğratmamalıdır.

Yürünen yolda tam bir inanmışlık içinde kararlı olmak ve bunu baştan sona kadar koruyabilmek Abhayasa olarak adlandırılır.

Bizlerin özellikle yürüdüğümüz yolda önümüze engeller çıktığında arkasına saklanacağımız küçük ya da büyük bahanelerimiz vardır. Bu bahanelerimiz yapmak istediklerimizi daha sonraya ertelemek ve daha çok çaba sarf ederek, daha güzeline varmak isteğimiz gibi bir kandırmaca nın arkasına saklanarak bizim önümüze çıkar. Her ne bahane ile olursa olsun bir defa zaafa uğratılmış olan kararlılık başarısızlığın mutlak nedeni olacaktır.

Bizi başarıya ulaştıracak olan azim ve irademizin yanında mutlaka bulunması gereken bir başka düşünce sistemi de yapmış olduğumuz işte başarıya ulaşmak için bizim zamana ihtiyacımızın olduğunun zihnen kabul edilmiş olmasıdır. Bu Sanskrit dilinde Dirghakala olarak adlandırılır. Hiçbir şey bir çırpıda ve bizim istediğimiz gibi olmaz, acelecilik ile yapılmaya çalışılan ya yanlış, ya da eksik kalarak varılacak neticenin çarpıtılmasına neden olur, bunun içinde yapılan işe özen göstermek ve belli bir zaman ayırmak önemlidir.

Tüm bunları yan yana getirdiğimizde yaptığımız işte kesintisizliğin önemini kavrarız. Bu, Nairantarya olarak adlandırılır. Özellikle kendimize hâkim olmak için yaptığımız çalışmalarda kesintiye uğrayan duygu ve düşünceler kolaylıkla yeniden Maya’ ya odaklanarak onun büyüsüne kapılabilir ve çabalarımızın boşa çıkmasına neden olabilir.

Sonunda, arzular, duygular ve düşünceler üzerine kurulmuş olan hâkimiyet ömür boyunca devam ettirilebilmelidir. Her türlü terk ediş, arınma, hâkim olma çalışmaları bu basamakların özümsenmesi, kabul edilmesi ve kullanılması ile gerçekleştirilebilir. Kişinin kendi duygu, düşünce ve arzularını yenmesi için yaptığı bu çalışmada varılan nokta  Viveka  olarak adlandırılır.

Viveka’ nın kelime anlamı anlayış tır. Bu noktaya ulaşmış olan kişi kendi esaretini yaratan arzuların, duyguların ve düşüncelerin çemberini kırarak doğru olanlarla, Maya’ nın, egonun, oyunu olmayan gerçeklerle karşı karşıya kalacak ve elde ettiği bu güç ona özgür olmanın kapılarını açacaktır.

Yoga Uygulamasının Yolları

Bu gücü elde edebilmek ve artırmak için Yoga felsefe sistemi iki ayrı yol önermektedir. Bu iki yolun ortak özelliği yukarıda söylediğimiz gibi kişinin kararlı, istekli ve inançlı olarak yılmadan yoluna devam etmesi, elinden gelen tüm çabayı ortaya koymasıdır.

Birinci Yol ;;  Kişinin önce bedenini kontrol altına almasını sağlık verir, bunun yolu da usulüne uygun olarak Asana çalışmalarının yapılması, bedenin tanınması ve disiplin altına alınmasıdır, daha sonra duyular ve duygular en sonrada akıl sakinleşerek kontrol altına girer der.

Birinci yolda bedenimizi kontrol altına alınarak istediğimiz gibi yönetebilmemiz için önce onu tanımamız gerekir. Yoga' nın felsefe sitemine göre beden dediğimizde sadece  " Rupa  "  olarak anılan kaba fiziksel bedenimiz anlaşılmaz,  " Pancha Koşa "   adı ile anılan beş bedenimizin varlığından bahsedilir. Bu beş bedenimiz tanınmalı ve aşılmalıdır.

İkinci Yol   ;;  İlk önce aklın sakinliğe ulaşmasını önerir. Aklın ( manas ) sakinliğe kavuşması ve denetim altına alınması ile istenmeyen duygular ve davranışların kaybolacağını, aklın sakinliğinin ve dengesinin düşüncelerimize, davranışlarımıza,  bedenimize bundan sonrada tüm yaşantımıza yayılacağını, bundan da yaşantımızın olumlu yönde etkileneceğini anlatır.

Aklın sakinliğine ve sabit dengeye kavuşmasının yolu, konsantrasyon çalışmaları ( Dharana ) ve meditasyon çalışmaları ( Dhyana ) olarak gösterilir.

Yukarıda bahsettiğimiz gücü elde etmek ve bu çabalarla özgürlüğün kazanılabilmesi için kademe kademe aşılması gereken ve biri birini tamamlayan dört basamaktan bahsedilir. Bunları meditasyon konusu yaparak üzerinde düşünmek ve uygulamak bizi bu konudaki son noktaya taşıyacaktır.

Daha evvel Abhayasa konusunda da söylediğimiz gibi ilk önce kişinin şuuru seçilen yönde çaba göstermeye kararlı olmalıdır, başarılı olacağına inanmalı ve bunlar için kendisini hazır hale getirmelidir. Bu çaba Yatamana - Samjna olarak adlandırılır.

Kişi kendisini göstereceği çabadan uzaklaştıran ve başarısını engelleyen şeyleri tüm yaşantısı içinde arayarak bulmalı, bunlarla baş etmeli ve ortadan kaldırmalıdır. Bu çaba  Viyatireka - Samjna olarak adlandırılır.

Birinci ve ikinci adımlar atılırken kişi ortaya çıkan sorunların kaynağının ne olduğunun farkına varır. Bu kaynak hepimizin çok yakından tanıdığını zannettiği ve onların algılarına güvendiği İndriya olarak adlandırılan duyularımızdır. Bu ortaya çıktığında duyularımızın arkasında da başka bir şeyin olduğu anlaşılır, o da akıldır. Bu sonuca varmak  Ekendriya-samjna olarak adlandırılır.

Varılan bu sonuç kişiye duyularına ve aklına güvenmemesi gerektiğini öğretir. Akıl duyulardan aldığı uyarımlarla kararlar vermekte, duyularda Maya’ nın büyüsüne kapılarak yanılgı içinde olmaktadır. Bunu ortaya çıkararak, bunun bilincine erişen kişi  Vasikara - Samjna olarak adlandırılan  büyük kontrol noktasına erişmiş demektir.

Meditasyon yaparak ve sorgulayarak bu adımlar gerçekleştirildiği zaman istenilen ve arzulanan pek çok güç kendiliğinden gelecektir, kişiyi esir eden güçsüz bırakan arzular ( Trishna ) önemlerini yitirip manasız ve anlamsız hüviyetlere bürünecekler dolayısı ile kişinin yaşamında özlenen ve istenen olmaktan çıkacaklardır. Bu da manasız arzuların sönmesine ( Vaitrishaya ) neden olacaktır.

Eski metinlerde Yoga çalışmaları yapan kişinin zihinsel ve bedensel faaliyetleri " rüzgardan korunmuş mum alevine " benzetilmiştir. Onun gibi nazik fakat kararlı, dalgalanmalardan uzak, sade ve sakin olması istenmiştir. Kişinin kendisine olan hâkimiyeti gerçekleştikçe bu noktaya doğru adım adım yaklaşılır. Bu, sadece Yoga çalışanlar için değil tüm insanlar için özlenen ve aranan bir nitelik olmalıdır.

Manas  ( Akıl )

Chitta  (  Şuur ) 

Samadhi  (  Üstün Şuur )

Akıl, şuur ve üstün şuur kavramlarına açıklık getirmeye çalıştığımızda ve spritüel yolda yürüyerek, daha üst bir noktaya ulaşabilmek için bilgilenmek amacını güttüğümüzde bu bilgilere evrenin ne olduğunu anlama çabaları ile ilk adımı atabiliriz. Çünkü evren, dünyasal yaşamımızda rol oynayan iki kavramdan ibarettir. Bu kavramları bize Hint felsefe sistemini inceleyen  altı önemli okuldan birisi olan  Samkhya okulunun öğretisi açıklamaya çalışır..

Samkhya  (Sankhya)  okulunun  Sage  Kapila tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. Bu okulun ana metinlerinden birisi olan  Samkhya  Karika' da işlenen felsefe evrende tek gerçeğin iki form halinde var olduğudur, tüm evren bu iki formdan meydana gelmiştir. Bunlardan bir tanesi  Purusha  olarak adlandırılan şuur (bilinç), diğeri ise  Prakriti  olarak adlandırılan nesne (madde) dir.

Maha  Pancha  Tattva

Prakriti, yani maddenin en düşük planda, en kaba şekilde ortaya çıkması beş ayrı form halindedir, bunlar,  beş evrensel element, beş kaba element, beş büyük element olarak yorumlayabileceğimiz Pancha Maha Tattva olarak adlandırılırlar ve tüm maddesel evrenin oluşmasında rol alan ana elementlerdir. Kendi aralarında da daha kaba, ya da daha süptil olarak sınıflandırılmaktadırlar, bizde buna göre beş elementi kaba olandan süptil olana doğru sayalım

Prithvi  Tattva ...  Toprak

Apas Tattva...        Su

Agni Tattva...        Ateş

Vayu Tattva...     Hava

Akasha Tattva...     Eterik element

Kaba biçimleri ve sadece adları ile saydığımız bu beş element farklı oranlarda birleşerek, duyu organlarımız ( İndriya ) tarafından gerçekleştirilen algılamalarla, zihnimizde oluşturduğumuz anlayışla ve aklımızın kavrama yeteneğine bağlı olarak bizler tarafından şekillendirilir, nesneleri ve nesnelerin çeşitliliğini oluşturur. Bu nedenle kimimize güzel gelen, bir diğerimize daha az güzel görünebilir, kimilerine çok hoş gelen diğerimiz tarafından nefret duyguları ile karşılanabilir. Bu dünyadaki tüm yaşantımız ve çabalarımız bu şekilde Prakriti olarak adlandırılan maddeye ve nesneye bağımlılık şeklinde sürer gider. Farkına varsak da, varmasak da yaşantımızın odak noktasına kaybetmekten korktuğumuz iki şey koyarız. Bunlardan bir tanesi maddi olarak bu dünyada var olmaktır, hatta en büyük korkumuzu ölüm oluşturur. Bu dünyadaki maddi varlığımızın son bulması hepimiz için ürkütücüdür. İkincisi ise, bu yaşamda ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz duygu, düşünce ve hazlarımızın, isteklerimizin, arzularımızın tatmin edilmesidir. Bunlardaki tatminsizlik en büyük sıkıntımızı oluşturur. Varlığımızın sadece fiziksel bedenimizden ve duygularımızdan ibaret olduğunu kabul ettiğimizde, bedenimizin bizlere duygularımızı tatmin etmek için verildiği sonucuna vararak bunu doğal bir yaşam şekli olarak algılayabiliriz.

Hepimizin ihtiyaçları ve istekleri vardır. Fiziksel bedenimizle duygu ve düşüncelerimizle iç içe yaşadığımız sürece bunlar inkâr edilemez. Örneğin; yemek yemek, uyumak, cinsel ilişkide bulunmak, soyunun devamını sağlamak, barınma ve sığınma isteği, sevmek ve sevilmek, bunları daha da çeşitlendirebiliriz. Enerji merkezlerimizden Muladhara ve Svadhistana Chakra' nın özelliklerini ortaya koyan bu ve bunun gibi istekler ölçülü olmak kaydıyla fiziksel bedenin doğal ihtiyaçları olarak   kabul edilir.

Spritüel gelişim başarılamadığı ölçüde ilksel diyebileceğimiz bu ihtiyaçlarımız daima ön planda yer alırlar ve hayatımızın gayesi olmaya başlarlar. Ancak, Yoga yolunda gelişimin ölçüsüne, karakterine ve kalitesine bağlı olarak önemlerini kaybeder, yerlerini yeni kavramlara bırakırlar.

Yoga kişisel bir çalışmadır, gayesi kişiyi mümkün olan her yönde eğitebilmektedir. Bu eğitim kişinin hem ruhen hem de bedenen gelişimini tamamlamasına, düşünce sistemini geliştirmesine, sadece akıl, ya da beden olmadığının farkına varmasına neden olur. Bunun farkına varan kişi akıl ve bedenin birlikte mutlu olasının yollarını aramaya çalışır. Bu yolda yürümeye devam ettiğinde doyumsuzluğun içine düştüğünü, istek ve arzularının sonu gelmediğini duyumsamaya başlar. Kendisini analiz edici bir tavır ile olaya yaklaştığında  egoların, istek ve tutkuların boş olduğunu his ederek bunlardan kaynaklanan bencilliğinden, kıskançlığından, ben bilirim duygularından sıyrılmaya çalışır. bu duyguların ve düşüncelerin ortaya çıkardığı üzüntülerin manasızlığını anlar ve içindeki güzelliği fark edebilecek, istikrarlı ve pozitif bir ruh haline kavuştuğunda da her baktığı şeyde kendi yansımasını görerek kendisi ile diğer canlılar, hatta evren arasında fark olmadığını idrak eder. Tüm bunların gerçekleşmesi ile evrensel düşünebilmenin önemini kavramak için kendisini hazır his eder.

Dünyasal yaşamımız üzerinde etkili olan, hatta bu yaşamımıza yön veren şeylerin başında algı organlarımız ( duyularımız ), düşüncelerimiz, isteklerimiz ve bunların arkasında yer alan aklımız gelir. Bizim tüm fiziksel bedenimizi ( Pancha Kosha ) yöneten bunlardır.       

T a p a s

Düşünceler kişinin kendisini ifade etmesidir. Söylemlerimiz ve eylemlerimiz vasıtası ile kendilerini belli ederler. Düşüncelerimizin oluşmasında ve gelişmesinde en büyük iki etken iç dünyamız ve onu baskı altında tutan, beş duyumuzun algıları ile oluşan olgulardır. Düşüncelerimiz ve duygularımız devamlı değişim ve çalkantı halindedir, onları kontrol altında tutmak rüzgârları zincire vurmak kadar zordur, ama başarılamaz değildir. Bunun için  Tapas  uygulanır. Daha sonra yeniden değineceğimiz Tapas' ı tarif edecek olursak kişinin kendisini kontrol etmesi diyebiliriz, bu kontrol sayesinde  akıl ve şuur hatalı düşünce ve hareketlerden korunmaya çalışılır. Burada yanlış anlaşılmaması gereken konu aklın ve şuurun hapsedilmesi, baskı altına alınması değildir, eğitilmesi, saflığa eriştirilmesi ve evrimleştirilmesi anlamını taşımaktadır. Bu yolla kişi iç dünyasını zenginleştirme çabaları içine girer, dış dünyanın etkilerini hafifleterek, aklın önündeki engelleri kaldırarak kendi içsel dönüşümünü ve olgunlaşmasını başlatır. Yoga sisteminin öğretisine göre kişi özgürlüğüne kavuşabilmek için önce kendisini, özellikle iç dünyasını tanımalıdır. Bu tanıma içsel araştırmayı gerektirir ve daha evvel söylediğimiz gibi Atman Vichara olarak adlandırılır. Bu araştırma kişinin kendisi hakkındaki doğruları bulabilmesini, negatif duygu ve düşüncelerini yenerek kendisi ile yüzleşebilmesini sağlar. Bu yüzleşme içsel bir farkındalık doğurur, bu farkındalık da Atman Sanshatkara olarak adlandırılır. Bunlar gerçekleştirilirken bir taraftan da Yama ve Niyama kavramları öğrenilerek özümlenmelidir. Tüm bunlar gerçekleştirildiğinde kişi Yoga' nın yolunda yürümeye, Purusha olarak adlandırılan şuurun açılmasına hazır hale gelmiş demektir. İşte Yoga bu noktada kişiye şuurun aşılması için gidilecek yolu, elde edilecek enerjiyi ve onu kullanmasını gösterir. Yoga' nın öğrettiği bu yol takip edildiğinde, kazanılan enerjinin ( Vasti - Prana ) kozmik yapılar arasındaki enerji paylaşımına etki ettiği gerçeğine varılır.

Kişinin kendisini zapt etmesi, arzu ve isteklerine set çekerek yön vermesi vücutta yer alan belli bir ısı sisteminin faaliyete geçerek enerjileşmesi anlamını taşımaktadır. İradenin gücü arttıkça bu sisteminde aktifliği ve faaliyeti artar, algılanan dünyanın dışsallaştırılması yolu ile içe dönme gerçekleştirilir. Aslında Tapas bu şekilde içe dönme çabaları ile ortaya çıkan ısı - enerji dönüşümünü nitelendirmek için kullanılan bir isimdir.

Bizler akılsal varlıklar olarak kendimizi öne çıkartırız, aklımızın hünerlerini ortaya koyup fikirler üretmeye bayılırız, ona güveniriz. Hatta öyle ki, aklımızın bize gösterdiği yolun en doğru olduğunu, söylemlerimizin en doğruyu yansıttığını, en iyiyi bildiğimizi ve uyguladığımızı sanırız. Oysa yukarıda da saydık, aklımız kendi özgürlüğünden uzak duyularımızın, algıladıklarımızın, duygularımızın ortaya koyduklarının, düşüncelerimizin ve isteklerimizin esiri olarak hareket etmektedir. Bu açıdan baktığımızda ona sadece duyuların varlığını tasdik edendir diyebiliriz.        

Hint mitolojik kaynaklarında ilk insan ve akıl aynı kökten gelen isimlerle anılır.   İnsan  " Manushaya, ya da Manava "  olarak bilinendir. Mistik düşüncede insanlığın babası, dünyanın yaratıcısı olarak kabul edilen mutlak şuurun, Brahma' ın oğludur. İlk insan Manu' adı ile anılır. Manas' da akıl anlamına gelir. Aynı köke sahip olan bu isimler bize insanın en büyük özelliklerinden bir tanesinin hatta onu diğer canlılardan ayıran en büyük özelliğinin akla sahip olması olduğunu hatırlatır. Akıl hislerin ve bilincin iç düzenleyicisidir, zekâ ise dış düzenleyici olma görevini üstlenmektedir. Akıl ile düzenlenen düşünceler, eylemler ve söylemler, kişinin kendisini ifade etmesinin yollarıdır. Kişi dış dünyadan algıladıklarının birikimi ve iç dünyasının yapısına bağlı olarak kendisini ifade eder, karakter yapısını oluşturur.

Kişinin dış dünya ile tanışması annenin kucağında başlar, ailenin yapısına ve düşünce şekline göre düzenlenir, yakın çevresinin etkisi ile şekillenir, toplumun etkisi ile yerleşik hal alır. Dışsal etkiler muhakkak içsel yapıya da yansıyacak, onu da şekillendirecektir.

Akıl düşüncedir...

Düşünce enerjidir...

Öfke, tutku, hırs ve açgözlülük gibi, düşüncelerimiz, eylemlerimiz ve söylemlerimize yansıyan her şey, yani aklın tüm fonksiyonları enerjinin değişik dalga boyutları ve frekanslarından meydana gelir. Bu nedenle aklın fonksiyonları değiştirilebilir, dönüştürülebilir. Düşüncelerin ve aklın fonksiyonlarının değiştirilmesi ile insan kendisini eğiterek daha ileri, daha sakin, daha pozitif bir akıl düzeyine ulaştırabilir. Bu hislerin ve bilincin de eğitilerek yeni bir forma ulaşmasına imkân sağlayacaktır.

İçsel  Fonksiyonlarımız    ( A  n  t  a  h  k  a  r a n  a )

Üzerinde durarak bir şeyler söylemeye çalıştığımız akıl içsel enstrümanlarımızdan  ( Antahkarana ) bir tanesini meydana getirir. Akıl üzerine daha fazla yoğunlaşmadan önce içsel enstrümanlarımızı kısacada olsa burada gözden geçirelim.

İçsel fonksiyonlarımızı ( Antahkarana ) meydana getiren basamaklar arasında en kaba olandan başlarsak ilk bakışta  Manas  olarak adlandırılan akılı sayabiliriz, bunun arkasında  Buddhi  olarak adlandırılan zihin yer alır, bundan sonra  Ahamkara  olarak adlandırılan ego, daha sonrada  Chitta, yani şuur ve en sonunda da  Pragya  olarak adlandırılan sezgilerimiz gelir.

 

MANAS  ;;;   Akıl ve onun ürettiği düşüncelerimizdir. Çok basit olarak söyleyecek olursak Manas, egomuzun ve toplumun yargılarının ortaya koyduğu kurallara bağlı olarak işlevini sürdürür. Toplumun kuralları da genelde çıkarımcı düşüncelerden meydana gelmiştir, ancak saf sezgimiz bize çıkarımcı düşüncelerin ardındaki gerçekleri gösterebilir.

Tüm bu etkiler altında işlevini sürdürdüğüne göre aklımız güvenilir olma niteliğine sahip değildir ve Yoga çalışmalarındaki ilerlemenin önünde aşılması gereken engel olarak görülür.

BUDDHİ  ;;;   Zihnimiz, zihinsel aktivitemizdir, Daha evvel Vijnanamaya Koşa   bahsinde söylediğimiz gibi bize olaylar hakkında değişik çözümler öneren zihnimizdir.

Zihnimiz her zaman doğruyu söyleyip bizi en iyi yola mı götürür ?...

Hayır.... Arındırılmamış ise  " Ben "  duygusunun esiri olacaktır, duyu organlarımızdan gelen uyarıların etkisinde kalacaktır ve güvenilir olmadığı ortaya çıkacaktır. O halde zihnimizde aşılması gereken bir engeldir.

AHAMKARA  ;;;   Daha evvel söylediğimiz gibi kelime anlamı olarak " aham " ben ve  " kara " oluşan, ortaya çıkan demektir, ahamkara' da  ( benin, benlik duygusunun oluşması )  olarak algılanabilir. Çok kısa söyleyecek olursak bu egomuzdur ve en büyük düşmanlarımızdan birisi olarak karşımıza çıkar.

Doymak bilmez isteklerin, ikilemlerle dolu bir yaşamın yaratıcısı ve bu isteklerin uygulanması için diğer bedenlerin etkileyicisidir. Mutsuzluğumuzun, huzursuzluğumuzun nedenidir. En ummadığımız yerde, en ummadığımız şekilde, en ummadığımız zamanda karşımıza çıkmakta, sezgilerimizin, algılarımızın önüne geçmekte, kendi doğrularını ön planda tutmakta, adeta kişiyi esir almaktadır ve Yoga yolunda ilerleyebilmek için mutlaka ortadan kaldırılması gereken bir engeldir.

CHİTTA   ;;;   İçsel fonksiyonumuz olan şuuraltı, Chitta olarak adlandırılmaktadır ve kısaca söylersek zihinsel faaliyetlerimizin depolanıp birleştirilmesinden oluşmuştur, kişinin psikolojik varlığıdır.

Aklımızı, zihnimizi ve egomuzu kontrol altına alabilmek, şuurumuzu özgürlüğe kavuşturabilmek için şuuraltımızın depolarını açmak, burada sıkışmış korkularımız, özlemlerimiz, duygularımız, düşüncelerimiz ve alışkanlıklarımızla yüzleşmek, şuuraltının bu fonksiyonlarının ve psikolojik varlığımızın aşılması gerekmektedir.

PRAGYA  ;;;   Saf sezgilerimizdir, içsel sesimizdir ve biz şimdilik dahi olsa sezgilerimizin kuvvetlenip aklımızın önüne geçmesine müsaade etmeliyiz. Bu, onun bize aklımızdan daha doğru olan yolu göstermesine müsaade etmemiz anlamın gelir. Buna kalbimizin sesini dinlemekte diyebiliriz.

Sezgilerimizin öne geçmesindeki büyük tehlike ise Ahamkara' nın yani egolarımızın, ben ve bencil düşüncelerimizin etkisi altında kalmış olmasıdır, O halde bize Ahamkara' dan temizlenmiş kuvvetli bir sezgi gücü gerekir.

Bırakalım şimdilik saf sezgimiz bizim düşüncelerimizi yönlendirsin, biz saf sezgimiz ile egomuzun ve aklımızın etkisinde olan düşüncelerimizin ortaya koyduklarını birbirinden ayırt etmeyi öğrenelim.

İçsel fonksiyonlarımızın harekete geçmesine neden olan beş unsur vardır, bunların etkisi ile şekillenen içsel fonksiyonlarımız  bizim yaşamımıza yön verebilmemize neden olur. Bu beş başlığı sıralayarak her biri hakkında kısa bilgiler vermeye çalışalım

1   :::   Pramana   :::   Kısaca bilginin doğruluğu anlamına gelmektedir ve nesnelerin olduğu gibi farkındalığı olarak kabul edilmektedir. Doğru bilgiye ulaşabilmek o kadar kolay değildir, bilginin yolu yanılgılarla doludur. Yinede üç alt başlık altında buna ulaşabilmek için gidilecek yol açıklanabilir.                                                                                                                          

A   :::    Beş duyu organı ile nesneler üzerinde kurulan irtibat bilgiye ulaşmanın en yaygın yolu olarak kabul edilir.

B   :::    Algılamalardan tahmin yürütme yolu ile netice çıkartılarak bilgiye ulaşılabilir.

C   :::    Güvenilir kaynaklardan edinilen bilgiler kullanılarak bilgiye ulaşılabilir. Bu şekilde ulaşılan bilgi, güvenilir olarak addedilen kaynağına bağımlı olmaktadır, kaynaktaki yanılma yada yorum, bilginin kalitesi üzerinde etki gösterir.

2   :::   Viparyaya   :::   Yanlış algılama. Bizi doğru bilginin dışına çıkaran, yanlış tahminlere götürendir.

3   :::   Vikalpa       :::   Şüphe, net olarak algılayamama. Bizi belirsiz ve ikilemci düşüncelerin içine itmektedir.

4   :::    Nidra          :::   Uyku. Aklın tüm aktivitelerini geri çekmesi, dolayısı ile algılamaların olmamasıdır.

5   :::    Smriti         :::   Hafıza. Geçmiş olayların depolanması ve hatırlanmasıdır.

Tüm bu anlattıklarımız kişinin önüne çıkan ve Yoga çalışmalarında geçilmesi öngörülen engellerdir, bu engeller aşılmadıkça sakin ve huzurlu bir yaşama ulaşabilmek mümkün görülmemektedir. Bunlar yenildikçe, ya da bunlardan birkaçı yenildikçe, diğerlerinin de yaşamımız üzerindeki etkilerinin kayboldukları, en azından kuvvetlerinin zayıfladığı his edilir ve böylece biz en büyük güce, doğrunun ve yanlışın çıplak gözle görüldüğü, aşırı istek ve arzularımızın kaybolduğu, toleransımızın genişlediği dünya görüşümüzün, hayat felsefemizin değiştiği bir noktaya geldiğimizi kendimize tüm yönleri ile hâkim olma gücüne eriştiğimizi görürüz.

Aklımızın çalışma mekanizması bilindiğinde onun özgürlüğü önündeki engellerden bir tanesinin de   Vasana  olarak adlandırılan istekler olduğu anlaşılır. İsteklerimiz aklımızın formları olarak kabul edilirler ve bu formlar  Viritti  olarak anılırlar. Devamlı devinim içinde olan aklımızın sınırsız sayıda form üretebileceğini söylemek her halde yanlış olmaz.

Düşünülen her şey akılda bir form yaratır ve zihinsel bir madde üretilmesine neden olur. İşte, Viritti olarak adlandırılan bu zihinsel maddenin ortaya çıkması ile de düşünceler ve istekler hayat bulur. üretilen Viritti' ler kendi özelliklerine bağlı olarak aklı etkiler ve ona yeni bir şekil verirler. Aklın düşünce ve isteklere göre şekillenmesi de  Parinama  olarak adlandırılır.Vasana' lar ( istekler ) yok edildiğinde buna bağlı olarak viritti' lerde yok edilirler, parinama' ların oluşması engellenir, aklın özgürlüğü ortaya çıkar.

Daha öncede söylediğimiz gibi, bilinmelidir ki akıl düşüncedir, zihinsel bir maddedir, bu nedenle de değiştirilebilir ve dönüştürülebilir.

Şuurun bir adım daha üste çıkabilmesi için yürünecek yolda aklın idare edilmesi Vasana' ların yok edilmesi ve saflaştırılması önemlidir.

Aklın Saflığı    (Chitta Suddhi )

Aklın saflığı Chitta Suddhi olarak adlandırılır. Chitta, bilinç, şuur anlamına gelir.

Düzenli ve tutarlı davranışlar içinde olmak, kıskançlık, yalan, nefret, ego gibi kişiyi baskı altında tutan duygulardan sıyrılmak, merhamet ve hoşgörü hislerini geliştirmek, karşılıksız ve sonsuz sevginin ne olduğunu anlayarak bunu benimsemek, Yama ve Niyama olarak adlandırılan prensipleri kabul ederek uygulamak aklın ve düşüncelerin saflığını getirecektir. Saf bir akıl Yoga da kişinin içsel gelişmesinin önündeki engelleri yıkmasına yardımcı olur.

Yoga yolunda ilerlemeye mani olan ve aklın saflaştırılması önünde duran engeller şöyle sıralanmaktadır.

Kama  =       Arzular

Krodha =     Öfkeler

Lobha =       Açgözlülük

Moha =        Bir şeye tutku halinde bağlanmak

Ynadha =    Gurur

Matsarya = Kötü niyet

Çeşitli belgelerde, Yoga nın yukarıda belirttiğimiz, kişinin aklını saflaştırmasının önünde engel olarak gösterdiğimiz bu ve buna benzer duyguları besleyenler, besledikleri bu duygularda ısrar edenler için olmadığı söylenilir. Yoga, yola çıkıldıktan sonra bunlardan sıyrılarak yeni bir kişiliğe ulaşmayı kabul edenler içindir. Yeni kişiliğin oluşması için vücut, akıl ve duyguların disiplin altına alınması gerekir.

Tapas uygulanarak disiplin altına alınmamış, saflığa eriştirilmemiş ve evrimleştirilmemiş olan akıl isteklerini, düşüncelerini bilinç altına atar ve Samskara' ların oluşmasına, bunların birikmesine neden olur.

Fiziksel bedenimizin yönetimini elinde tutan  Manomaya Kosha,  yani akılsal bedenimizin bir ortağı olduğunu burada hatırlamak gerekir, o da mantık adı ile anılır. Hem aklın söylediklerini, hem de duyu organlarının algıladıklarını bilen, onları ayıklayan mantık, alt mantık olarak adlandırılandır, genelde kullanılan budur. Bir ölçüye kadar aklın faaliyetlerinin denetleyicisidir. Ne kadar yenilgen ve kırılgan olsa da duyuların yaşamımızdaki aşırı etkilerini dizginleyen, arzularımıza kapılmamızı tamamen önleyen odur.

 Burada üst mantık diye adlandırılandan da bahsetmemiz gerekir. Akıl ve duyular arasında alt mantık nasıl köprü görevi görüyorsa yaşamımız ile şuurumuz arasındaki köprüyü de üst mantık kurar, ama pek fazla kullanıldığını göremeyiz ancak baş edilemeyen sorunlarla karşılaşıldığında ortaya çıkar, içimizdeki gerçeğin sesi olarak yönetimi elinde tutmaya çalışır.

Aklın saflığa erişmesi denildiğinde, pek çok yerde bu cinsellikten uzak durmak olarak algılanmakta ve yorumlanmaktadır, cinsellik baskı altında tutulduğunda aklın saflaştırılacağı savunulmaktadır. Daha evvel söylediğimiz gibi cinsellikte kişinin doğal ihtiyaçlarından birisidir. Akıl, Tapas uygulanarak kontrol altında tutulmalıdır, tam ve katı bir baskı altına alındığında hoş olmayan sonuçların ortaya çıktığı dikkatlerden kaçmamalıdır. Zaten spritüel yolda ilerlenirken istenilen aklın saflığı bu değildir, akıl tümüyle saf olmalıdır. Dünyanın kaygılarından, arzularından, egodan, nefretten, kıskançlıktan, kontrollü olarak uzaklaşmalıdır. Bu da aklın idare edilebilmesini ön plana çıkartır. Aklı idare etmenin de ilk adımı kişinin kendisi ile barışık olması, zihinsel, duygusal çatışmalardan uzaklaşmasıdır. Öfkeden, korkudan, kıskançlıktan, nefretten, üzüntüden ve bunların kaynağı olarak gösterilen egodan kurtulunduğu ölçüde  karşılıksız sevgiye ulaşılır. Egonun olduğu yerde karşılıksız sevgi yeşeremez, karşılıksız sevginin bulunduğu yerde de ego barınamaz.

Duyu organlarından gelen uyarıların ve bunların orta çıkarttığı duyguların boş ve anlamsız olduğu, Maya denilen illüzyonların peşinden koşmanın kişiyi bir yere ulaştıramayacağının idrak edildiği ölçüde akıl bağımsız olarak hareket edebilme kabiliyeti kazanır. Yoga' nın yolu kişiyi buna hazırlamaktadır. Yine de akıl, zaman, mekân mefhumlarına bağlıdır, bunun içinde şuurun üç boyutlu işlemi olarak kabul edilir. Akıl bu nedenle Atman  ya da Turiya  gibi adlarla anılan dördüncü boyut içine giremez, çalışmalarda akılda saflaştırılıp aşılarak dördüncü boyut içine girebilen şuur ön plana çıkartılır.

B İ L İ N Ç

Yoga' nın düşünce sistemine göre evrenin oluşmasında Atman, yani ruh, öz ben niteliğinde olan Chitta ( bilinç, şuur ) ayrışarak kişinin bazı özelliklerini meydana getirir.

Önce, Atman  ( ruh, öz ben ) kavramına kısaca açılık getirmeye çalışalım.

Tüm canlılar yaşamlarını devam ettirmek için nefes almak zorundadır, nefes almak evrenin enerjisine ortak olmaktır ve her canlı bu enerjiden pay almak için çaba sarf etmektedir. O halde şöyle diyebiliriz, tüm canlılar aynı enerjinin paylaşımı içindedir, bu enerji ile beslenende fiziksel bedenimizin yanında, Atman, Purusha gibi adlara anılan şuursal varlığımız, ruhumuzdur. Atman niteliğine sahip olan Chitta, yani bilincimiz ayrışarak kendisine ait olan üç unsurun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunlar  Ahamkara  olarak adlandırılan ego,  Buddhi  olarak adlandırılan zihin ve  Manas  olarak adlandırılan  akıldır.

Bu üç unsur kaba fiziksel bedenimizin içinde daha ince olarak nitelenen bir başka bedenimizin olduğuna işaret eder. Bu beden enerjetik, ya da astral beden olarak ifade edilendir.

Elle tutulamayan, gözle görülemeyen, maddesel değeri olmayan şuuru sorgulamaya başladığımızda kendimizi evrensel düşüncenin içinde buluruz. Kendi hayat enerjimiz olan Vasthi – Prana’ nın kaynağına ulaşmaya çalışırız, bulabildiğimiz Samasthi –  Prana , yani tüm evrenin enerjisidir. Vasthi – Prana ile Samasthi – Prana’ nın aynılığı fark edildiğinde kendimizi bu enerjinin bir parçası olarak kabul edebiliriz ve tam bir inanmışlıkla ( Sadhaka ) yürüyeceğimiz bu yol bize evrensel düşünebilmeyi öğretir. Evrensel düşünebilmek kendi ruhsal yapımızla, evrenin yapısı arasında, kendi enerjimizle evrenin enerjisi arasında ve kendi şuurumuz ile evrenin şuuru arasında fark olmadığının anlaşılması ile sonuçlanır.

Bu birleşmeler gerçekleştikçe adım adım evrenin kapıları kişinin önünde açılmaya başlar, evrenin ne olduğuna ait sır perdesi aralanır ve arkasındakiler his edilebilir hale gelir. Bu kişinin evrenle bir olması Prakriti’ yi aşarak Param – Atman’ a ulaşmasıdır.O halde bilincimiz, aklımızın fonksiyonları olan düşüncelerimiz, algılarımız, bunun yanında zihinsel yapımız ve egolarımız ile iç içe geçmiş haldedir. Bu etkenler bilincimizi baskı altında tutan olguları yaratarak onun mutluluğuna ve gelişimine engel olurlar. Üstün şuur,  Samadhi haline ulaşabilmek için bu engeller aşılmalı, aşılması için de tek tek incelenip onlar hakkında bilgi sahibi olunmalıdır.

Dharma (Yaşam çemberi)

Yoga' nın düşünce sistemine baktığımızda hayatın devamlı dönen bir tekerleğe benzetildiğini görmekteyiz. ( Dharma )

Yoga’ da İlerlemenin Önündeki Engeller

Yaşam tekerleği döndükçe kişi farklı dünya tecrübelerinden geçmek zorundadır. Bu tecrübelerin hepsi bilinci etkiler ve onu mutluluğundan, özgürlüğünden uzaklaştırır, ıstıraplar içine düşmesine, acı çekmesine neden olur. Şuurunun özgür kalarak mutlu olmasını isteyen kişi aşağıda sayılan, yaşantısı üzerinde engelleri meydana getiren olguları en aza indirmek yada tamamen kaldırmak zorundadır. Bu beş unsur şöyle sıralanır.

1 ::   Cahillik,  Avidya  olarak adlandırılır. Kişi cahilliği nedeni ile yaşantısının ne olduğunu ve ne olması gerektiğini bilemez. Bu bilmeyiş onu Maya olarak adlandırılan dünyasal yaşantının büyüsüne kapılarak günlük hazların peşinden koşturur. Avidya’ nın ortadan kaldırılması için kişi Maya' yı aşmak zorundadır. Narada' nın, Bhakti Sutra' sının üçüncü bölümünün  43  ile  48  arası bu konuya ayrılmıştır.

Maya, dünyasal yaşamın bize sunmuş olduğu, kalıcılığı olmayan dünya nimetleridir, beş duyu organının algıladıklarıdır, bizleri peşinden sürükleyen kalıcı gibi algılanan ve tüm yaşamımızı onun üzerine kurduğumuz yanıltıcı duyumsamalardır. Beş duyu organının algıladığı bu maddesel ilişkilere kapılmayarak yaptığı işlerin meyvesini beklemeyenler, kendi çıkarları için yaşamayı terk edenler, ikilikçi düşüncelerden (dualite)  kurtulanlar, Maya' nın etkisinden de sıyrılabilir. Bu kişiyi huzura, rahata ve kurtuluşa (Moksha') ya ulaştıracak, Yoga yolunda ilerlemesini sağlayacaktır.

2 ::   Bencillik,  Asmita olarak adlandırılır. Kişi cahilliğin körüklediği  Maya' nın etkisine kendisini o kadar kaptırır ki, her şeyi benim ve benim olmayan diye ayırarak ikilikçi düşünceler içine düşer, benlendiklerini artırma çabası içinde doymak bilmeyen istek ve arzularının peşinden koşmaya başlar.

3 ::   Bagımlılık,  Raga  olarak adlandırılır. Maya' nın büyüsü içindeki her şey kişiyi kısa zamanda kendisine bağlar. Bağlanılanlar, aranan, arzulanan ve vaz geçilemeyen haline gelir.

4 ::   Haset,  Abhinivesa  olarak adlandırılır. Kişi kendisi ile bir başkasını karşılaştırmada, kıyaslamada hem istekli, hem ustadır. Bu karşılaştırmalar ben duygusu ile birleştiğinde önüne set çekilemez duyguların ortaya çıkmasına neden olur, bu tek kelime ile kıskançlıktır.

5 ::   Nefret,  Dvasha olarak adlandırılır. Kıskançlık içine düşen kişinin daha kolay geliştirdiği nefret duygusu, kişinin içinde kabardıkça, dışa atılmadıkça büyüme eğilimindedir. Kısa sürede de tüm bilinci etkisi altına alarak kişinin özgürlüğünü elinden alır, mutluluk duygularının yok olmasına neden olur.

Bu beş unsur yoga yolunda ilerlenmesinin önünde engel meydana getirdiği gibi bilinci de etkileyerek onu Muddha olarak adlandırılan donuk bir hale getirir. Kişi kararsız, ne yapacağını bilmez, karamsar bir ruh hali ile mücadele azminin yok olduğunu fark eder. İsteklerinin esiri olarak yaşamaya, gerçekleşmeyen istek, arzu ve tutkularının yasını tutmaya başlar.

V a s a n a

Zihnin  Muddha halinden kurtularak adım adım yükselmesini takip etmeye başlamadan önce yeniden  Vasana  olarak adlandırılan isteklerimize dönerek, bunun bilincimiz üzerindeki etkilerine bakmamız gerekir.

Acı ve ıstıraplar içinde olan, karmaşık düşüncelerle zihnin peşinden giderek  Maya' ya bağımlı hale gelmiş bilincimiz pek çok yerde ateşe benzetilmiştir. Bu ateşin yakacağı ise Vasana, yani istek ve arzularımızdır. İsteklerimiz arttıkça ateşin alevi de yükselir, çevreye yayılmaya, önüne geçilemez hal almaya, çevresini de tutuşturmaya başlar. Yukarıda saydığımız beş unsur bu ateşin körükleyenidir. Tapas uygulamaları ile akıl kontrol altına alındıkça istekler azalmaya, bu kontrolün derecesine bağlı olarak alevler azalmaya ve ateş sönmeye yüz tutar. Bilinç baskılardan kurtulur, temizlenir ve temizlenmiş bilinç aydınlanmanın kaynağını oluşturur.

V   i  r  i  t  t  i

İşte burada kritik bir nokta vardır.  Vasana' lar, yani istekler ve arzular akılda daha evvelde söylediğimiz gibi  Viritti  olarak adlandırılan aklın formlarını meydana getirirler. İstekler temizlenmeden, ortaya çıkan Viritti' ler ikna edilmeden onlardan kurtulunmaya çalışıldığında, zahiri olarak kişi rahatladığını istek ve arzularını yendiğini sanır. Oysa onlar bilinçaltına atılırlar ve orada birikirler. O nedenle, bilinç altı işlerin toplandığı yer olarak anlamlandırabileceğimiz  Karmasaya olarak adlandırılır.

Karma' lar, yani yapılan işler ve bilinç altına atılan Viritti' ler, Samskara olarak adlandırılır. Bilincin daha üst seviyeye çıkabilmesinin önünde engel meydana getirir.

SANCHİTA   KARMA

Yoga yolunda gerçekleştirilmesi istenilenlerden bir başkası da Karmasaya’ nın  boşaltılması, Samskara' ların ortadan kaldırılması ve Karma' ların temizlenmesidir.

Bu yolda bilinçlenmek  Sanchita Karma  öğretisini meydana getirir. Buna kısaca değinelim...

Bu öğretinin ana teması zihnin nesnelerden kurtularak serbest, özgür hale gelmesi ile geçmiş karmaların hepsinin bu yaşam üzerime olan etkisinden kişinin kurtulacağına inanılmasıdır.

Bu öğreti sistemine göre yapılan her şey akıl ve zihin tarafından yapılmıştır. Kişi aklı ve zihni ile özdeşleştiğinde aklın ve zihnin kendisi olduğunu düşünür ve yapılanların hepsinin kendi tarafından gerçekleştirildiğini kabul eder. Buna karşılık aklının ötesinde bir bilincinin olduğunu kabul ettiğinde ve bu bilinci saf hale getirerek özgür bıraktığında yapılanların akıl ve zihin ikilisinden kaynaklandığını, ya da beden ve akıl ikilisinin işi olduğunu, arzu edenin, istek duyanın kendi öz beni olmadığını, gerçekleşenlerin kendi öz beni dışında kaldığını anlar. 

             Asamprajna   Samadhi

      ( Bilincin engellerden kurtulması )

Karmaşık düşünceler içine düşmüş ve ıstırapların içine sürüklenmiş olan zihin peşinden bilinicide sürüklediği gibi, bu ıstıraplardan ve karmaşıklıktan kurtulma çabaları içine girdiğinde bilencide peşinden sürükleyerek beş farklı hale sokar. Yukarıda söylediğimiz gibi bunun en alt basamağı  Muddha halinde olan, yani donuk vaziyette duran zihindir. Bu beş basamak şöyle sıralanmaktadır.

1  ::   Muddha ,  Farkındalıklara erişememiş zihin anlamına gelmektedir. Bu kavramı daha evvel izah etmiştik.

2  ::   Kshipta  ,  Kişinin çevresine ve kendisine bakması, kendisini eğitebileceğini, içinde bulunduğu kararsızlığından kurtulabileceğini anlaması ile oluşur. Yaptığı yanlışlıkları fark eder ve bunları düzeltmek istediğini anlar. Yanlışlarının farkındalığına ulaştığı için önce şaşırır, çünkü bu farkındalığa erişmemiş olan kişi yanlışları ile zamanını tüketmekte ve bunun farkına varmamaktadır. Bu anda bir duraksama yaşar. Yoga' nın yolunda yer alan kendisini erdemliliğe götürecek olan  Yama  ve  Niyama  kavramlarını öğrenerek özümlemeye,  Asana  uygulamaları ile zihin, nefes ve beden birliğini fark etmeye başlar. Bu farkındalıklar kişinin dünyaya bakış açısını değiştirmesine aynı zamanda bedenini tanımasına yol açar.

3  ::   Vikshipta ,   Kişi Kshipta yolunda bilgilendikçe fiziksel ve ruhsal olarak rahatladığını fark eder, çalışmalarının ve bilgilenmelerinin arasına  Pranayama' yı ilave ederek nefes alıp vermesinin hem yaşamının kalitesi, hem de yapacağı çalışmalar içindeki önemini kavrar. Bilgilerini artırıp nefesine hükmedebilmeyi öğrendikçe kendisine olan güveni yükselir, nefesine hükmetmenin aklına ve hislerine hükmetmenin bir adımı olduğunun farkına varır ve bilinci kısmen de olsa kararlılık içine girer.

4  ::    Ekagra ,   Nefesine hükmetmeyi onu takip etmeyi öğrenen bilinç bu çalışmalarla  Ekagra  olarak adlandırılan dikkatin bir noktada toplanmasının önemini anlamaya başlar. Dikkatini nefesi üzerinde topladığında onu fark edebildiğini duyumsar, zihnin ve bilincin birlikte hareket etmesine şahit olur. Dharana, yani konsantrasyonun önemini kavrar, bunu geliştirme çabaları içine girer.

5  ::    Niruddha ,   Tek noktaya konsantre olabilme çabaları sonuç vermeye başladığında zihnini de kontrol edebildiğinin, bilincini baskılardan kurtulabildiğinin farkına varır. Bu onu rahatlatır ve sakinleştirir artık pek çok bakımdan kendi kontrolünü kendisi sağlamış olmaktadır.

Adım adım ilerlenilen bu yol ile bilinç altına atılmış olan Karma  ve  Samskara' larla yüzleşebilecek gücü elde etmiş olacaktır, böylece  Karmasaya' yı yok edebilir ve onun baskısından bilincini kurtarabilir. Varılan bu nokta   Asamprajna Samadhi  olarak adlandırılır. Spritüel yolda yürüyebilmek için bilincin engellerden kurtularak hazır hale gelmesini ifade eder.

Karmasaya' nın yok edilebilmesi için bu çalışmalar yanında aklın saflığa ulaşması da önemlidir. Saf düşüncelere sahip olmak ya da olmamak tamamen kişinin kendi elindedir. Temiz bir zihin, temiz düşünceler içinde olmak pek çok kişi tarafından istense ve özlemi çekilse de çoğu kişi buna ulaşamaz. Hatta ulaştığını sanır, fakat yinede başarılı olamaz. Temiz bir zihne sahip olmaktan anlaşılanın, kısıtlı ve dar kalıp içinde değerlendirilmesi belki de bu yanılgının başta gelen nedendir. Temiz zihin ve temiz düşünceler denildiğinde yukarıda da söylediğimiz gibi genelde algılanan cinsellik, cömertlik, iyilik ve buna benzer kavramlarla ifade edilir. Bunlar ya da bunlardan bir kaçının saflaştırılmış olması ile bilincin temizlendiği, bilinçaltının boşaltıldığı düşünülür, oysa bilinçaltının derinliklerinde hala çatışmaların yaşandığı ve bunların en beklenmedik zamanlarda ortaya çıktığı fark edilebilir ve bunlar uygulanan Samadhi  ( üstün şuur ) çalışmalarında ciddi engeller oluşturur.

Bu engellerinden sıyrılmış, doğru davranış,  doğru düşünce içinde olan kişi Samadhi yolunda yürümeye başladığında  Kaivalya  olarak adlandırılan hedefe ulaşabilir. Bu noktada sezgilerinin açıldığını, gerçek olanın bilgisine ulaşıldığını his eder. Bu his genelde düşünüldüğü gibi yavaş yavaş ortaya çıkmayan, umulmadık bir anda aniden duyumsanan ve daha sonra gelişmeye başlayan içsel değişiklikler olarak algılanır.

SAMADHİ   ya da   SAMAPATTİ

Samadhi ya da Samapatti olarak adlandırılan çalışmalar şuurun serbest hale getirilerek daha üst bir kademeye taşınmasını ifade eder. Nihai olarak varılmak istenilen nokta evrensel enerji ile tanışılmasıdır. Samapatti basamaklarında ilerlerken en büyük iki yardımcı konsantrasyon ve meditasyondur. Bu ikisinde elde edilen başarı Saabija Samadhi  olarak adlandırılan varış noktasına ulaşmayı büyük ölçüde kolaylaştırır.

Bu noktada karşımıza açılması gereken iki kavram çıkar. Bunlardan bir tanesi  Saabija Samadhi, digeri Nirbija Samadhi kavramlarıdır. Kelime anlamı olarak  Saabija  Samadhi  " tohumlu üstün şuur "  anlamını taşırken  Nirbija Samadhi  " tohumsuz üstün şuur "  anlamına gelir.

Saabija Samadhi  ::    Herhangi bir nesne yada düşüce Yoga’ nın kavramında tohum olarak kabul edilir, bu yapılan çalışmalarda konsantrasyon malzemesidir, meditasyonda zihnin tutunacağı daldır. Zihnin, nesne ile irtibat halini sürdürerek yapılan meditasyon çalışmalarında şuurun durumu  Saabija Samadhi olarak adlandırılır. Bu çalışmalarda zihnin tamamen serbest olduğunu söylemek mümkün değildir, hatta nesneler veya düşüncelerle zihnin baskı altında tutulduğunu söylemek yanlış olmaz, bu şekilde yönlendirilen şuur öz bendir ve  Gaunatman olarak adlandırılır.

Brahma Sutra' da bu açıkça nesne ile öz benin, yani serbest şuurun aynı yerde olamayacağını vurgulayarak  " Öz ben ile nesne ışık ile karanlığa benzetilir. "  birinin olduğu yerde diğerinin olamayacağı söylenir.

Nesneler ve düşünceler, zihni sürekli besleyerek meşgul olmasını, kendilerin bağlanmasını sağlarlar. Bu bağ zihninde devamlılığı meydana getirirler. Nesneler ile zihin arasındaki bu bağ devam ettiği sürece şuur asıl olması gerekenler üzerinde durmak yerine zihnin peşine takılarak dolaşmaya başlar ve öz ben, öz ben olmayan haline gelir. Bu Yoga yolunda öz benin  ( şuur ) esir olması, ya da ölümü olarak nitelendirilir. Bu nedenle de içinde yaşadığımız bu dünya şuurun ölüm dünyası  Mrityu loka' dır. Ancak uygun çalışmalarla zihin, nesnelerin etkisinden kurtulunca şuurda serbest hale ulaşabilir.

Samkhya düşünce sisteminde   Samapatti  olarak adlandırılan basamaklar halindeki çalışmalar şuuru baskılardan uzak, özgür haline ulaştırmak için uygulanır. Altı basamakta değerlendirilen bu çalışmalardan ilk üç tanesi  Saabija Samadhi uygulamalarını kapsar.

1  ::    Savitarka Samapatti

2  ::    Nirvitarka Samapatti

3  ::    Savichara Samapatti

 

1 ::  SAVİTARKA  SAMAPATTİ  ::    Samapatti uygulamalarında ilk basamak beş evrensel element üzerine yapılan çalışmalardır. Zihin tam bir sessizliğe kavuşturularak durgun haline ulaştığında akıl Sama  olarak adlandırılan sükunete kavuştuğunda,  Pancha Maha Tattva olarak adlandırılan beş evrensel element üzerinde çalışılmaya başlanabilir.

Bu çalışmada zihin ve akıl o nesneye kilitlenir, üzerinde çalışılanın dışında her şey unutulur ve onun hakkında mantıklı bir düşünceye dalınır, nitelikleri zihinsel olarak incelenir. Kısa sürede konsantrasyonunda derinliğine bağlı olarak nesnenin tüm enerjiyi çektiği ya da konsantrasyon içinde olan kişiye aktardığı fark edilir. ( Ayurveda ' da kullanılan doğal mineral taşlarında enerji yüklenmeleri bu şekilde gerçekleşmekte, buna fiziksel temas da ilave edilmektedir. )

Bu farkındalık yaşanırken zihin ve akıl odaklanılan nesne üzerinde sabit tutulduğunda nesne ile şuurun bir bütün meydana getirmeye başladığı deneyimlenir. Genelde bu noktada yanılgıya düşülerek zihinde düşünceler gelişmeye başlar ve yapılan çalışma bitirilemeden konsantasyon bozulur, oysa farklı düşüncelere dalınmadan çalışma devam ettirildiğinde konsantrasyon nesnesinin, nesne olmaktan çıktığı, formunu kaybettiği ve duygusal yolla onunla irtibata geçildiği his edilebilir hale gelinebilir. Normal şartlarda nesne ile bu şekilde ilişki kurmak mümkün değildir. Burada yakalanan tamamen duyumsamalara bağlı benzersiz, farklı bir farkındalıktır. Bu yolda gösterilecek çabaya ve yapılan işe olan inanç bu farkındalığın ortaya çıkmasını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır.

Patanjali' nin bu konudaki sözleri çalışmalara ve duyumsamalara biraz daha açıklık getirir. Ona göre nesnenin içindeki şeyi bilmek sadece bilgi ile gerçekleşmemektedir. Nesne ile bir olmak, onu his edebilmek, içindeki bilinmeyeni ortaya çıkartmak gerekir. Burada bilgi  jnana, birleşme ise ses anlamına gelen  sabda ( sabdha ) ile adlandırılır. Nesnenin içinde olup da bilmediğimiz ancak algılamak istediğimiz, o nesnenin zenginliğidir. Bu da  ardha olarak ifade edilir, nesnenin enerjisini nitelemektedir. Bu şekilde yapılan çalışmalar ile beş element ve Prakriti     ( maddi evrensel prensipler ) tanınmaya çalışılır.

2  ::  NİRVİTARKA  SAMAPATTİ  ::    Beş evrensel element üzerinde yapılan çalışmalar aşıldığında ikinci basamak olarak Nirvitarka' ya geçilir.  Savitarka Samapatti' de mantıksal olarak nitelikleri düşünülerek tanınmaya çalışılan nesne üzerinde zihin tamamen serbest bırakılır. Daha evvelki aşamada tanınmış olan beş elementin fiziksel özellikleri yanında Patanjali' nın adlandırmasına göre bir enerjisinin olduğu  ( ardha )  fark edilir. Bu safhada nesne ile mantık tamamen yok olmuştur, sadece düşünce ve farkındalık vardır, bu yetenek geliştirilmeye çalışılır. Beş elementin üzerinde tek tek çalışılarak evrenin tümünün enerjisi fark edilir. Ateşin sadece ateş olmadığı, suyun sadece su olmadığı, toprağın sadece toprak olmadığının farkına varılır. Akasha, yani eterik element ile çalışılmaya başlanıldığında enerji akımları ile tanışılır, kendi dışında kalan diğer dört elementin enerjileri ve enerji değişimleri üzerinde bilgi sahibi olunur.

3  ::  SAVİCHARA  SAMAPATTİ  ::    Samkhya' nın kozmik düzenine göre beş fiziksel elementin ( Pancha maha tattva ) arkasında onlardan daha süptil olan, daha üstün bir gelişmişlik içindeki Tanmantra' lar yer almaktadır. Bunlar aynı zamanda  Pancha Maha  Bhuta  olarakda adlandırılır.

Sabdha  ( sabda)  olarak adlandırılan  ses.        

Sparsa  olarak adlandırılan dokunma

Rupa  olarak adlandırılan biçim

Rasa  olarak adlandırılan  tat

Gandha  olarak adlandırılan  koku

T A N M A N T R A

Bu beş Tanmantra üzerine kaba çalışmalar yapılabilmesi için önce bunların niteliklerinin ve fonksiyonlarının zihinsel olarak ön plana çıkarılmaları gerekir, böylece görselleştirilirler, meditasyon nesnesi haline getirilirler. Üzerlerinde yapılan çalışmalar ilerledikçe beş evrensel elementte olduğu gibi yavaş yavaş özlerine inilir ve enerji yapıları fark edilmeye başlanır. Daha evvel Akasha üzerine yapılan çalışmalarda olduğu gibi Tanmantra’ lar üzerine de derin konsantrasyonla meditasyon yapıldığında bunların enerjetik yapıları yakalanır ve  Tanmantrik Işık  olarak adlandırılan ışınımların ortaya çıktığı duyumsanır. Bu aşamada çeşitli formlar ve vizyonlar görülebilir ve vücutta garip denilebilecek duyguların oluştuğu his edilebilir. Bu duyumsamalar kişiden kişiye, hata aynı kişide farklı zamanlarda aynı çalışma yapıldığında bile değişebilen algılamalara sebep olmaktadır.

Vücut içinde, ya da dışında görülebilen bu duyumsamaların vücut içinde algılandığı nokta tüm beden olarak tarif edilse de Ajna Chakra ve Bhrumadhya noktasının özel bir yeri vardır. Muladhara Chakra ise elektrik akımına benzer deneyimlerin yaşandığı veya çarpma ve vurma hissinin oluştuğu noktalar olarak tarif edilir.

Görülen vizyonlardan ilk çalışmalarda elde edilenler dünyaya ait frekans değerleri olarak yorumlanır, en çok duyumsananda renk spektrumu, ışık ve ses şeklindedir. Beş Tanmantra' nın özelliklerine bağlı olarak da bu gelişebilir. Örneğin rüzgârın uğultusu kulaklarda, serinliği yüzde ve vücutta his edilir, tanıdık ya da tanımadık tatlar duyumsanabilir. Çalışmalar ilerledikçe algılananların değiştiği fark edilir ve bunların tanımadığımız enerji boyutlarına ait oldukları kabul edilir.

İlk zamanlar görülen vizyonlar, ışık ve duyumsamalar kısa sürelidir, görünür ve kaybolurlar. Ancak, çalışmalarda ilerlenildiğinde görüntü ve deneyim süresinin uzadığı, sabit ve net hale geldiği, kuvvetlendiği fark edilecektir.

Ortak kanı olarak en çok sarı ve beyaz ışığın, sonrada beyaz ve kırmızı ışığın yakalandığı söylenmektedir. Yinede bu bir kaide değildir, ana ve ara renklerden oluşan tüm renk spektrumu duyumsanabilir. Tanmantra' ların hepsinin kendisine özel renklerinin olduğu söylenir, ancak bu aynı Tanmantra üzerinde yapılan çalışmalarla aynı duyumsamaların tespit edilmesi ile ortaya konulacak, kişiden kişiye değişebilen bir duyumsamadır.     

Çalışmalar sırasında vücudun sallandığı, denge kaybının ortaya çıktığı saptanmıştır, bu nedene oturuş şeklinin mükemmel olmasına dikkat edilmeli ve nefes çok yavaş, ritmik olarak alınıp verilmelidir.

Buraya kadar yapılan çalışmalar Saabija Samadhi kavramının içine girer, yani hepsinde konsantrasyon malzemesi olarak bir nesne, bir düşünce yer almaktadır. Bundan sonra yapılacak çalışmalarda ise zihin konsantrasyon malzemesinden kurtarılmaya çalışılır. Bu kurtuluş ile Nirbija Samadhi denilen çalışmalara adım atılmış olur. Kısaca bu tohumsuz Samadhi olarak anlamlandırılır, zihinsizlik yada zihin üstü duruma ulaşmaktır. Kısaca şuurun açılması ve mükemmelliğe doğru atılan bir adım olarak kabul edilir. Düşüncenin, öz benin, egonun olmadığı, düşüncenin olmadığı düşüncesininde geçilmesi ile nesne ve öz ben kaybolarak  Samadhi olarak adlandırılan üstün şuura ulaşılır. Samapatti basamaklarından son üç tanesi bu duruma kişiyi hazırlamak ve deneyimlerini artırmak içidir.

1  ::   Nirvichara Samapatti

2  ::   Sananda  Samapatti                                                                                                                             

3  ::   Sasmita  Sampatti

1  ::  NİRVİCHARA  SAMAPATTİ  ::   Tohumsuz Samadhi' ye geçiş noktasıdır. Bu noktaya kadar gelindiğinde beş evrensel element ve beş Tanmantra üzerinde deneyim kazanılmış olunur.

Bu basamakta üç ayrı çalışma uygulanabilir. Bunlardan bir tanesi ve asıl uygulama, düşüncesizlik, hiçlik duygusunun ortaya çıkarılmasıdır. Bir diğeri yine Tanmantra' lar üzerine yapılan çalışmadır. Bir başkası ise ikilik duygusunun ortadan kaldırılması ya da aşılması için uygulanan çalışmadır.

Tanmantra' lar üzerine yapılan çalışmada, bunlar tamamen zaman ve mekân kavramının dışında düşünülmelidir. Bu daha evvel deneyimlenmiş olan Tanmantra' ların enerji yapılarının ortaya çıkarılması anlamını taşır. Çalışmalarda enerji yapılarının içine o kadar dalınır ki nesnel ve düşüncesel yapıları silinir ve sadece enerji yapıları ile evreni yansıtmaya başlarlar. Nesnel yapıları fark edildiğinde daha evvelki basamağa dönülür. Bu çalışma zihni, nesnel yapılardan kurtararak kişiyi enerjetik çalışmalara doğru bir adım öne götürür.

Nirvichara basamağında ilerlemenin önündeki en büyük engel bizleri kendisine bağlayan ve tüm dünya olarak kabul edilen nesneler ve o güne kadar şartlanarak kullandığımız düşünce sistemimizdir.. Nesneler, düşüncelerin, arzuların, egonun, ikiliklerin kaynağıdır, bizi kendilerine bağımlı hale getirdiklerinde acılarımızın, ıstıraplarımızın, isteklerimizin ve şikâyetlerimizin, kısaca hem mutluluğumuzun, hem de mutsuzluğumuzun yaratıcısı haline gelirler. Dünyasal yaşam içinde kişi nesne ile o kadar iç içe ve onunla o kadar meşguldür ki nesnenin dışında olanları göremez, hatta nesneden kopmamak için nesne dışında olanları önemsemez. Nesneye olan bağımlılık azaldığı ölçüde yalancı mutluluklar ve mutsuzluklarda değerlerini yitirirler, daha evvel uygulanan çalışmalar ve Tanmantra' ların enerjetik yapıları üzerine yapılan uygulamalar zihni nesnelerden kopartmaya yardımcıdır.

Bilincin bu yüklerden kurtularak serbest hale gelmesi ile her şey tersine döner. Daha evvel arzularımıza boyun eğdiğimiz için  Maya' nın büyüsüne kapıldığımızı düşünürken, Maya' nın çekiciliğine kapıldığımız için arzularımıza boyun eğdiğimizin farkına varılır ve bunun kendi iç enerjimizi göremediğimiz, içimizdeki ışığı fark edemediğimiz için gerçekleştiği ortaya çıkar.

Nirvchara basamağında ilerlemenin önündeki engellerden bir tanesi de ikilikler içine düşmek ve yapılanları sorgulamaya başlamaktır. Bu engelin kalkması için ikiliklerden kurtulmak gerekir. Zihinsizlik çabaları içinde olunduğunda ve bu dönem uzatılmaya çalışıldığında  Ritambhara  olarak adlandırılan durumda fark edilmeye başlanır. Zihnin gel - gitleri sırasında oluşan kozmik uyum zihinsel yapıyı etkiler, iyinin - kötünün, doğrunun - yanlışın ve bunun gibi tüm ikiliklerin aynı yerde ve yan yana oldukları, hatta bir karşılık ve uyumsuzluk yaratmadıkları, bunların birbirinin tamamlayıcısı oldukları fark edilir. İyi olmasa kötünün de olmayacağı, doğru olmasa yanlışında olmayacağı, siyah olmasa beyazında olmayacağı, ışık olmasa karanlığında olmayacağı, doğum olmasa ölümünde olmayacağı gerçeğine varılır. Kişi bunu kabul ettiğinde ikilikler ortadan kalkar ve zihin bu yükün altından kurtularak bilinci serbest bırakır, sorgulamalardan vazgeçer.

Nirvichara basamağında asıl deneyimlenmesi istenilen hiçlik duygusudur, çalışmalar bunun üzerinde yoğunlaştırılır. Hiçbir şeyin olmadığı üzerinde meditasyon yapmak kolay değildir, ama düzenli uğraşılarla bu yakalanır, dikkat edilmesi gereken daha evvelde söylediğimiz gibi hiçbir şey olmadığı düşüncesinin de düşünmek olduğudur. Çalışmalar bu noktadan, zihni boşaltılmasından başlayarak devam eder ve düşüncelerden, Samskara' lardan tamamen kurtuluncaya kadar ilerletilir. Üzerinde düşünülecek bir şey kalmadığında düşünme fonksiyonu da sona erer. Bu şekilde zihnin isteklerden kurtularak hareketsiz hale gelmesi  Amanaska  olarak adlandırılır ve zihinsizlik olarak yorumlanır.

Düşünceler durulduğunda zihin ile bilinç arasındaki bağ kesilir, çünkü ikisini birbirine bağlayan düşüncelerdir. Düşünceler olmadığında zihinde, beyinde, sinir sistemi de yoktur, hatta fiziksel bedende yoktur. Bilinç bunlardan tamamen kurtularak serbest kalır. Bu duruma ulaşıldığında bilinci serbest halde tutabilmek kolay değildir, gel - gitler yaşanmaya başlanır ve düşüncesizlik durumu uzatılmaya çalışılır.

Düşüncelerin olmadığı zamanda kişi boşluk ve saflık duygusunu tadar, düşüncesizlik dönemi uzadıkça engeller ortadan kalkar, yeni kavrayışlar oluşur, bilen ve bilinenin olmadığı fark edilir ve bu dönemde ortaya çıkan kavrayış saf bilinç ve saf sevgidir.

Nirvichara basamağında en büyük yanılgı düşüncenin olmadığı aşamasına gelindiğinde, bilincin serbest kaldığının fark edilmesi, bunun zihnen tasdik etme çabaları içine girilmesidir. Çoğu zaman kişinin bilincinde bu durum ortaya çıktığında Samadhi' ye eriştim, Nirvana' ya ulaştım, düşüncesizliği yakaladım, düşünceleri oluşmaya başlar ve yeniden düşüncelerin içine düşülür. Hiçlik fark edildiğinde, zihinsizlik oluştuğunda fark etme düşüncesi de olmaz, kişi saf halini bulmuştur, hiçlik içine düşmüştür. Bu durumda zihinde en ufak bir kımıldama dahi olmamalıdır. Bunun için hiçbir çaba olmadan sessiz ve sakin oturulması önerilir. Bu durumda ortaya çıkan enerji zihinle değil bedenle kabul edilmelidir.

Ortaya çıkan enerjinin bedenle kabul edilmesine dair bazı uygulama önerileri ortaya atılmaktadır. Sufi geleneğinde ve şaman geleneğinde dans bu nedenle önemlidir. Zihin, otomatikleşen bedensel faaliyetler nedeni ile düşünceler üzerinde yoğunlaşamaz ve bilinç üzerine baskı yaparak onun serbestliğine mani olamaz. Yoga yolunda uygulanılması istenilenlerde şu şekilde özetlenebilir. Yavaş ve derin bir nefes alınması, nefesin dışa verildikten sora tutulması arkasından tam bir sessizlik içine girilmesi. Düzgün, ritmik nefes alışları ile iki yana, ya da öne arkaya sallanılması. Bhramari yapılarak vızıltı sesinin çıkarılması ve ortaya çıkan rezonansın boş bir zihin ile takip edilmesi. Tüm bunların enerjinin duyumsanmasında ve vücut tarafından özümsenmesinde rolü olduğu kabul edilmektedir.

Zihinsel faaliyetler başladığı anda tek olan enerji bölünür. İstenilen bu bölünme ortaya çıkmadan enerjinin vücut tarafından emilmesidir. Bu nedenle her çalışma sonlandırılmadan derin ve yavaş bir nefes almak, bu nefesi tutmak, nefes vermek ve tutmak, bunu çalışmalarda adet haline getirmek önemlidir.

Fiziksel ve zihinsel beden tarafından emilen enerji bazen bir an, bazen birkaç gün, bazen de daha uzun süre kalıcılığını devam ettirir.

Hiçliği yaşayanların ortak kanısında burada yer vermek gerekir. Hiçlik yaşandığında, kişinin makul istek ve arzuları yoğun çabaları olmadan, hatta sadece bu isteklerini samimiyetle ortaya koymaları halinde gerçekleştiğidir. Bunun aniden ortaya çıktığı görüşü kuvvetlidir.

Daha evvel söylediğimiz bir örneklemeyi burada bir kez daha tekrarlayalım. Nesne ile özne kaybolduğunda bilen ve bilinende kalmaz, sadece bilmek kalır. Seven ve sevilen olmadığında, sadece sevmek kalır. Mekân ve zaman kaybolduğunda ise var oluşun gizemini taşıyan şuur kalır

Yapılan çalışmalarda kişi kendi içine dönerek kendisini tanımaya başladığında, önündeki engelleri kaldırdığında içindeki sonsuz ışığı fark eder, bu ışık şuurdur. Aslında bu ışık hep oradadır, ancak kişi bunu fark etme çabası içine girmediğinden onu görememiştir. Bu ışık fark edildiğinde, ona farkındalıkla bakılmaya başlandığında, onu duyumsamayı, duymayı, his etmeyi öğrendiğinde sonsuzluğunda ne olduğunu kavramaya başlar ve her şeyin anlamı değişir. Görülenin, duyulanın arkasındaki gerçekler bir bir his edilir hale gelir..

Bunu basit bir uygulama ile deneyimlemeye çalışalım

Doğaya çıkarak daldaki bir kuşun ötüşüne odaklanalım. Konsantrasyonumuzu artırarak sadece kuşun sesini fark edelim, kısa sürede kuş sesinin dışında kalan her şey netliğini yitirecek ve silinecektir, işte o zaman sadece kuş sesi ile baş başa kaldığımızı duyumsayabiliriz.

Kuş aniden sustuğunda ilk önce onun sesinin yayılan enerjisi fark edilmeye başlanır. Arkasından onunda uzaklaşarak dağıldığını his edilir ve yerini alan sessizlik duyumsanmaya başlanır. Bu sessizliğin sesidir. Sürüp giden bir boşluk halindedir, özellikle gerçek olan budur. Üzerinde düşünülecek yada konsantre olunacak bir şey kalmamıştır, boşluk, hiçlik deneyimlenir. Bu Shoonya Meditasyon olarak adlandırılır ve deneyim uzatılmaya çalışılır. İlk zamanlarda duyumsanan sessizlik kısa bir andır.

SAT  -   CHİT  -  ANANDA

Aynı şekilde kişinin kendi varlığının nedenini, hiçbir nesneye bağlı olmadan algılaması, kendisini tanıması ve bilmesi bu konuda yapılabilecek çalışmaların bir ayağını oluşturur. Duyular ve duygular olmadan sadece bilinç ile bunun ortaya çıkartılması, şuurun serbest bırakılması Sat - Chit - Ananda  olarak adlandırılır. Kelime anlamına bakıldığında Sat  var oluşu ifade eder. Chit  saf şuuru niteler,  Ananda ise mutluluk anlamına gelir. Saf ve ilahi mutluluk şuuruna sahip olmak olarak anlamlandırabiliriz, yinede bunu biraz daha açmamız gerekebilir.

SAT  ::    Var oluşu niteler, ama bu gerçek anlamda var oluştur. Bu dünyada var oluş, dünyanın var oluşu, ya da evrenin var oluşu olarak algılanmamalıdır. Evren, dünya ve insan kalcılığı olmayanlardır. Var olacaklar, var olma zamanlarını yaşayacaklar ve yok olacaklardır, bunun için Sat  nihai, şuursal var oluşu niteler.

CHİTT  ::   Şuuru niteler, bu da dünyasal nesneleri bilen şuur olarak algılanmamalıdır. Var oluşun kendisi şuurdur ve her şey var oluştur, hiçbir şey var olmayan olamaz, o halde her şey şuurdur. Şuurun bir noktada var olmadığını söylemek mümkün değildir, çünkü bunu bilebilmek için bile şuur orada olmalıdır. Şuur bir yere yerleştirilemez, mekân ve zaman kavramlarının dışındadır. Onu bir yere yerleştirmek mekan ve zaman kavramlarının içine çekmek ve nesne haline getirmek demektir. Her zaman her yerde var olan mutlak şuur  Brahma  olarak adlandırılır.

2  ::  SANANDA  SAMAPTTİ ::   Nirvichara Samapatti' de ustalaşıldığında  Mahat ( kozmik şuur ) ile bir olmanın bilincine erişilir, bundan dolayı şuurun özgürlüğünün ve mutluluğunun ne olduğu kavranır. Evren diye bir şeyin olmadığı bununda Maya olarak adlandırılan ilizyonun bir parçası olduğu, kalıcılığının olmadığının farkına varılır. Kozmik nesnenin arkasında olan kozmik şuur denenmeye çalışılır.

3  ::  SASMİTA SAMAPATTİ  ::   Kozmik şuurun, Brahman' ın  farkına varabilmek ve kendi şuurumuzun onun bir parçası olduğunun farkındalığına erişerek ona ulaşma, bir olma çabasını ifade eder.

Samkhya felsefesinde,  Samapatti  olarak adlandırılan basamaklara benzer fakat kişinin içsel gücünü, ruhsal yapısını açığa çıkartmak onu tanıma çabaları için uygulanan çalışmalardaki ilerleme Samadhi adı ile anılır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür.

S  A  M  A  D  H  İ   ( Üstün Şuur )

1 ::   Vitarka  Samadhi

2 ::   Vichara  Samadhi

3 ::    Ananda  Samadhi

4 ::    Asmita  Samadhi

 

VİTARKA   SAMADHİ   :::   Hatırlanacağı gibi Nirvitarka Samapatti' de zihin beş evrensel elementin özüne, enerjisine ulaşabilme, onları tanıma çabası içine girmektedir.  Vitarka Samadhi' de kişi içsel yapısını, ruhunu keşfetme, onunla tanışma çabaları içine girer, içsel deneyimler yaparak kendi yapısını çözer. Tarafsız bir gözlemle yapılan bu çabalarında artılarını, eksilerini, doğrularını ve yanlışlarını tartar. Ruhsal yapısını çözdükçe onun ışığını fark eder. Ebedi olarak kalacak olan öz bene ( Atman ) sahip olduğunu, bu güne kadar önem verdiği fiziksel bedeninin geçiciligini, istek ve arzularının fiziksel bedenini tatmine yönelik olduğunu anlar. Korkularını ve endişelerini yener, gelecek kaygılarının üstüne çıkar. Kişi kendisine itiraf etse de etmese de en büyük korkusu, ölüm korkusudur. Kişi bu korkusunun da manasızlığını anlar.

VİCHARA  SAMADHİ   :::   Savichara Samapatti basamağında hatırlanacağı gibi Tanmantra' lar üzerinde çalışılarak bunlar tanınmaya ve Tanmantrik Işık olarak adlandırılan Tanmantraların arkasındaki enerji tanınmaya ve his edilmeye çalışılır. Vichara Samadhi basamağında da kişi kendi içsel yapısından kaynaklanan ruhsal ışığa odaklanarak bu fark edilmeye çalışır. İçinde bulunan bu ışığın, maddi ışıktan farklı olduğunu kavrar. İkisinin arasındaki farkı duyumsamaya başlar. Maddi ışık arttıkça, içsel ışığın söndüğünü, maddi ışığın azalması ile içsel ışığın parladığını, daha da saflaştığını ve yayıldığını görür. İçindeki ruhsal ışığın parlaklığına kendisini kaptırdığında ruh ve bedenin ayrı fonksiyonlar meydana getiren aynı kaynağın enerjileri olduğunu anlar ve birlik fikrini geliştirir.

ANANDA  SAMADHİ   :::   Sananda Samapatti' de olduğu gibi bu basamakta içsel enerjisini ve ışığını fark eden kişi çevresine baktığında her şeyde aynı ışığın ve enerjinin varlığını his eder. Tüm varlıklardaki ruhun aynı kaynaktan geldiğini, formlar farklı olsa da aynı enerji ile beslendiklerini anlar ve kendisi ile bir başkası, bir başkası ile diğer bir canlının, diğer bir canlı ile topraktan fışkırmış olan bitkinin, hatta bu bitki ile evreni oluşturan beş elementin arkasındaki enerjinin farklı olmadığını kabul eder. Kabul ettiği ve duyumsadığı enerji evrensel enerjidir, kozmik enerjidir. Kişi tüm bunlarla ve hatta tüm evrenle bir olduğunun farkına varır, bu Ananda, yani mutluluktur.

ASMİTA  SAMADHİ  :::   Bireysel ruh, bireysel olduğunun yanılgısını fark ederek aynılığın farkına vardığında ve tüm bunların ardındaki kozmik enerjinin varlığını duyumsadığında, kendisini deneyimlemenin, evreni deneyimlemek, evrensel ruhu anlamak olduğunun kendi çabaları ile ortaya çıkarttığı bağımlılığının, istek ve arzularının yönlendirmesi ile ondan uzak kaldığının farkına varır. Evrensel ruh  Sat ( ebedilik içerir ),  Chitt ( saflaştırılmış, doğru bilgi ile doludur ), Ananda    ( mutluluk ) içindedir, saf ve ilahi mutluluğu temsil eder. Bireysel ruh da öyle olmalıdır. Kişi bunu anladığında ve anladıklarını doğru değerlendirerek özümlediğinde geçmişin üzüntülerinden, geleceğin kaygılarından sıyrılması gerektiğini, yaşadığı şu anın önemli olduğunu, bir saniye sonra bile bu anın geçmiş olacağını, geleceğin önünde açıldığını fark eder ve bu anın mutluluk olduğu sonucuna varır. Bu an geleceğin planlandığı, geçmişin tozlandığı andır. Kişi bunu özümlediği ölçüde Samadhi' ye ulaşmış sayılır. Bu Kaivalya Moksha' dır.

Zihinsel olarak bu noktaya erişen kişi bunu bilinçsel ( şuursal ) olarak da değerlendirilebildiğinde zihin üstün bir hale ulaşır. Bilinç zincirlerin kırarak birlik duygusu ile üst tabakalara çıktığında mantık ve fizik kuralları önemlerini kaybederler ve maddi düzeyde anlamsız, manasız ve hatta çarpık görülen metafizik kurallar ortaya çıkar.

Bunları maddi zihinle çözmek olanaksızdır ancak zihin üstü duruma ulaştığında kavramlar algılanmaya, yorumlanmaya ve manalanmaya başlar. Bu nokta  Nirvikalpha Samadhi' dir. Hiçbir şeyin Vikalpa' sının olmadığı, duyu organlarımızın, aklın, zihnin faaliyetlerinin kaybolduğu, konsantrasyonun gücünü yitirdiği, meditasyonun derinliklerinde saklı olan durumdur.

Bu nokta bilinmeyen denizlere yelken açmaktır, ne kadar iyi ve mükemmel donanımla, ne kadar sağlam bir tekne ile yola çıkılırsa, fırtınalardan etkilenmeden, arzulanan kadar uzaklara güvenle gidilebilecektir.